Türkiye’de emeklilerin içine sürüklendiği ekonomik tabloyu her dile getirdiğimizde, ne yazık ki bir kesim hemen “abartıyorsunuz, algı yapıyorsunuz” diyerek tepki göstermeye devam ediyor. Oysa yazılanların tek bir kelimesinde dahi mübalağa yok; tablo ortada, gerçek ortada. Bir kez daha altını çizerek söyleyelim: Emekli aç ve perişan.


Peki emekliler ne uğruna bu noktaya getirildi? Gelin, yıllardır pembe bir başarı hikâyesi gibi anlatılan sürecin perde arkasına, rakamların penceresinden birlikte bakalım.
Uzun zamandır emeklilere bütçeden yapılan “yüksek destekler” övünçle anlatılıyor. Oysa iki binli yılların başından itibaren uygulanmaya başlanan düşük maaş politikası, SGK dengesini kâğıt üzerinde toparlayan asıl unsur oldu.
2010 yılında SGK’nın gelir-gider karşılama oranı yüzde 75,5’ti. Bu oran 2020’de yüzde 93,9’a çıktı. Geçtiğimiz yıl yüzde 99,8’e ulaştı. Bu yılın ilk sekiz ayında ise yüzde 100’ün üzerine çıktı.


Yani SGK’nın tablosu, emeklilerin maaşlarını yükselterek değil, aksine maaşları aşağı çekerek, çalışan ve emeklilerden yapılan yüksek prim kesintileriyle düzeltildi. Emekli sayısı artmasına rağmen gider artmıyorsa, bu ancak tek bir anlama geliyor: Emekliye açlık sınırının çok altında maaş veriliyor.
Yukarıda oranlar halinde verdiğimiz değerlerin bir de parasal karşılığına bakalım.
2022 yılında SGK’nın açığı 143.9 milyar liraymış. 2023’te EYT Yasasının çıkmasına rağmen 94.6 milyar liraya gerilemiş. Geçtiğimiz yılki açık 38.6 milyar, bu yılın sekiz aylık verilerine göre tamamen kapanmış.
Şimdi soralım: “Kaynak yok” bahanesi bu rakamların neresine sığıyor? Açıkların kapanmasının gerçek bedeli, emeklinin sofrasından eksilen ekmek, cebinden alınan yaşam hakkıdır.


BİSAM kasım ayına ait son verileri birkaç gün önce açıklandı:
Açlık sınırı 30 bin 61lira olurken, yoksulluk sınırı 93 bin 697 liraya yükselmiş. Ama, asgari emekli maaşı enflasyon karşısında eriye eriye yine aynı kalmış 16 bin 881 lira. Toplama çıkarma bilen herkes bu uçurumu görür.
Ülkemizde yaşayan 16 milyon emeklinin yüzde 98’i açlık sınırının altında maaş alıyor.
Dağılım ise daha da çarpıcı:
• Asgari emekli maaşı alan + Hazine katkısıyla o seviyeye tamamlananlar: %38
• 17–18 bin TL alanlar: %32
• 18–20 bin TL alanlar: %18
• 20–25 bin TL alanlar: %8
• 25 bin TL üzeri maaş alanlar: %4


Bu veriler Türkiye’de emeklilerin nasıl sistematik biçimde yoksullaştırıldığının resmidir.
Bugün 65 yaş ve üzeri çalışanların sayısı kayıt dışılarla birlikte 2 milyona yaklaştı. Sadece son 10 yılda kayıtlı çalışan emekli sayısı 80 binden 242 bine çıktı. Çünkü emeklinin geçinmesi mümkün değil. Bunlar sadece bir rakamda ibaret veriler değil. Her biri bir hayat, bir insan.
Şimdi bir de 2008 sonrası emeklilere getirilmeye hazırlanan yeni uygulama var:
İkinci bir işte çalışırlarsa emekli maaşı kesilecek. Allah aşkına soruyorum: Bir insan 65 yaşından sonra neden çalışmak zorunda kalsın? Gerçekten ihtiyacı olmasa, kim kendine böyle bir cezayı reva görür?
Dünyayı gezen, torunlarıyla huzurlu vakit geçiren yabancı emeklileri izlerken; bizim emeklimize “Çalışma ama pazar yerindeki çürük meyve sebzeyi topla” demek hangi vicdana sığar?


Özetle;
Uluslararası endekslere göre Türkiye, emekli memnuniyeti sıralamasında sondan dördüncü. Bizden daha kötü durumda olanlar sadece Filipinler, Arjantin ve Hindistan. İlk sıraları yine İskandinav ülkeleri ile İzlanda alıyor.
Bir zamanlar asgari emekli maaşı asgari ücretin üzerindeydi. Bugün ise açlık sınırının yarısına bile yaklaşamıyor; asgari ücretin de yaklaşık 6 bin lira gerisine düşmüş durumda.


Bu insanlar bu ülkenin büyümesi için gençliklerini verdi. Vergi ödedi, prim ödedi, yıllarca ülkesine katkı sundu. Tek beklentileri vardı: Huzurlu, sağlıklı, onurlu bir emeklilik. Bugün ise milyonlarca insan, ömrünün en kırılgan döneminde açlığın ve yokluğun pençesine terk edildi.
Şunu merak ediyorum:
Bu tabloyu yaratanların hiç mi annesi babası yok? Akşam eve gittiklerinde, onların yüzlerine baka baka nasıl rahat uyuyorlar?