Geçen haftanın devamıRıfat Mertoğlu’nun ON SANİYE FARKLAYAŞAMAK yazısından bir paragrafDiyarbakır’da 8 katlı bir binanın üçüncü katında...

Geçen haftanın devamı

Rıfat Mertoğlu’nun ON SANİYE FARKLA

YAŞAMAK yazısından bir paragraf

Diyarbakır’da 8 katlı bir binanın üçüncü katında uykuda yakalandım depreme. Sarsılarak uyandım, ne olduğunu anlamaya çalıştım, yatağıma oturdum sarsıntının dinmesini bekledim. Sarsıntı bir türlü sana emiyordu. Farklı bir depremdi bu, önce giderek yavaşladı, sonra bir motora aniden gaz verir gibi yeniden hızlanmaya başladı. O dehşet verici, korku dolu 90 saniyelik süre boyunca tüm hayatım şerit gibi gözlerimin önünden geçti. Yaşamın anlamını sorguladım, doğa karşısında ne kadar güçsüz ve çaresiz olduğumu düşündüm. Panik yapıp bir yerlere kaçmadım ama korkuyla binanın yıkılacağı duygusuna teslim oldum, bekledim. “Buraya kadarmış” diye geçirdim içimden. Deprem o kadar şiddetliydi ki binanın kesinlikle yıkılacağını sandım. Duvarlardan çıkan ürpertici sesler, elektriklerin kesilmesi ve dışarıda esrarengiz bir ışığın her yanı kaplaması, korkularımı pekiştiriyordu…

Semra Uslu’nun BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ yazısından bir paragraf

1999 Kocaeli/Gölcük depremini İstanbul’da yaşamış biri olarak, yaşanılan o korkunun, paniğin ve ölüm ile yaşam arasında verilen mücadelenin hassasiyetini iyi bilirim. Deprem bittikten sonra hasarın büyüklüğünün dışında arşa dayanan ve kulakları sağır eden feryatların asıl depremi yüreklere yaşattığını şahit olunca, acı ile yakaran yüzlere bakmaya utanıyorsun ve üzüntün ikiye katlanıyor.

Mustafa Irgat’ın ADALET YERYÜZÜNDE TECELLİ BULSUN şiirinden bir bölüm

önce burnunun direğinde

sonra kulaklarının çeperinde

belirdi cehennem uğultusu

duvardan duvara savurdu kuru kavruk bedenleri

ardından inceden bir sessizlik

patika kokusu sardı ruhları

tozunu toprağını çamurunu atığını

toplayıp gelmişti destursuz

inceden yokladı sabinin düğmesi kırık

yaması söküğü gömleğinin kusurlarını

bağrına sertçe vurdu besinsizliğinin müsebbibi gibi

insafsızca delercesine

baştan aşağı titredi körpe beden

feri sönmüş gözlerle umutsuzca tararken beton

yığınlarını

ne sağa dönebildi ne de sola

tamamen şaşırdı yine yolunu

üfledikçe ıslandı ıslandıkça büzüştü kirden

biçarelikten

kararan parmaklar

nasıl da tehditkar esiyordu fırtınayı tipiyi

heybesine doldurarak

nasıl da ölümcül sarsıyordu çığlıkları kirişlere

bağlayarak

açlık öldürme de katran karası soğuklar

öldürecekti zaten

Zeliş Kuşçu’nun PAYLAŞACAK BİR ŞEY YOK

ACIDAN BAŞKA yazısından bir bölüm

Her şey kapkara,

Facianın yarattığı derin acı tarifsiz…

Çoğunluğumuz,

günlerdir uyuyamadan gözyaşlarınızla

yüzümüzü yıkayıp

puslu sabahlara uyanıyoruz mecalimiz

olmadan…

Mecburiyetler girdabında ayakta kalabilmenin

yorgunluğuyla

Soluk alıp veriyoruz sadece…

Bir yanda

Yardım için çırpınanlar,

Olanağı kadar sessizce destek olanlar,

Kardeşçe, dostça kenetlenen eller,

İsimsiz kahramanlar

Bir yanda

Sosyal medyada kopyala yapıştır usulüyle

Doğruluğundan bihaber sürekli paylaşım

yapanlar

Bir yanda

Vergi muafiyeti için kocaman rakamlara

gözümüze sokanlar

Ve benim şiirim/YÜRÜYORUM

Yürüyorum

Yıkık kentin sokaklarında

Ne dilimde bir ıslık

Ne sokakta bir ışık

Her şey flu gök kederli

Duygularım karmakarışık

Bu sokaklar hep mi böyleydi

Ağaçlar arabalar kırık dökük

Bütün dükkanların kepenkleri inik

Ellerim üşüyor anne

Buymuş demek ki kimsesizlik

Yürüyorum

Yol boyu kaldırımlarda kar

Balkonlarda

Dünden asılı kalmış çamaşırlar

Savurmuş saçlarını dışarı

Perdeler dokunacak elleri arar

Yürüyorum

Asfaltlar köstü tepiği

Duvarlar binalar eciş bücüş

Sanki kırık bir aynadan yansımalar

Yakar yüreğimi amansız

Sokak boyu

Beton, beton ağlamalar

Yıldızsız gök

Gece korkunç ve karanlık

Bir ayağı tutsak betona

Nefesi ancak ona yeter

Ölüm demeyin ne olur

Öldüm demeyin

Yaşamak ölümden de beter