Yıl 1950… Cumhuriyet henüz 30 yaşında.

14 Mayıs 1950 seçimleri, Türkiye’nin sadece siyasi değil, ekonomik ve toplumsal geleceğini de kökten değiştiren bir dönüm noktası oldu. Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle, Türkiye sancısız ve kavgasız biçimde tek partili dönemden çok partili hayata geçerek demokratik bir devrimi sessizce gerçekleştirdi.

Ancak Cumhuriyet’in asıl hedefi, siyasi dönüşümden öte ekonomik kalkınmaydı. Gerçek bağımsızlık, sanayide ayakları üzerinde duran bir Türkiye’den geçiyordu. O dönemde hükümet, “Türk sanayisini nasıl geliştiririz?” sorusuna yanıt ararken, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden (İTÜ) mezun genç bir mühendis bu hayalin peşine düşüyordu

Bu genç mühendis Necmettin Erbakan’dı.

İTÜ’yü tarihi bir dereceyle bitiren bu genç mühendis, üstün başarısıyla Almanya’daki Aachen Teknik Üniversitesi’ne gönderildi. Alman Ekonomi Bakanlığı’nın Ruhr bölgesindeki ağır sanayi tesislerinde araştırmalar yaptı; savaşın yıkıntısından yeniden doğan Almanya’nın sanayi mucizesini yerinde gördü.

1953’te Türkiye’ye döndüğünde henüz 27 yaşındaydı ve İTÜ tarihinin en genç doçenti unvanını aldı. Alman akademisyenler onu ülkelerinde tutmak istediler ama Erbakan reddetti.

“Zekâmı ölçmeye makine dayanmaz,” diyordu.

Ve kendi kendine şu soruyu sordu:

“Ülkemizde neden şeftali yerine motor üretmiyoruz?”

İşte o günlerde zihninde filizlenen fikir, ileride “ağır sanayi hamlesi” olarak Türkiye’nin kalkınma vizyonuna dönüşecekti.

Bir Hayalin Adı: Gümüş Motor

1950’lerde Türkiye bir şantiye gibiydi. Yollar, barajlar, köprüler yükseliyor, köylüye traktör ulaşıyordu. Ama Erbakan, sadece tarımı değil, sanayiyi kalkındırmanın gerekliliğini görüyordu. Tarımsal sulamada kullanılacak yerli motor üretimi fikri, 1954’te hükümetin gündemine geldiğinde, bu proje Erbakan’ın hayalleriyle tam olarak örtüştü.

26 Ocak 1956’da Gümüş Motor Fabrikası kuruldu.

1 Temmuz 1956’da Bayrampaşa’da temeli atılan fabrikanın başına, gecesini gündüzüne katan genç mühendis, yani Erbakan getirildi.

Ama kolay olmadı. Gümüş Motor, ekonomik sıkıntılarla boğuştu, kredi almadı, sermayesini artırmadı. Buna rağmen 1960’ta seri üretime geçti.

İthal motorlar 7000 lirayken, Gümüş Motor 5000 liraya yerli motor üretmeyi başardı.

Hayal artık gerçeğe dönüşmüştü. Türkiye, kendi motorunu üretiyordu.

O dönemde yerli olana düşmanlık başlamıştı

Ama o günlerin Türkiye’sinde “yerli üretim” kolay alkışlanan bir şey değildi. İthal motor lobileri harekete geçti, fiyat kırdı, rekabet kızıştı. Gümüş Motor’un hisse değeri düştü, Türkiye Şeker Şirketi hisselerin çoğunu toplayarak yönetimi ele geçirdi.

Ardından Erbakan’a yönelik sistematik baskı başladı. Sonunda 1963’te görevinden ayrıldı ve üniversiteye geri döndü.

Bir rüya yarım kalmıştı. Ama Erbakan, “Türkiye yerli motor üretebilir” iddiasını tarihe kazımıştı.

Erbakan’ın ayrılmasından sonra şirketin adı Pancar Motor olarak değişti. 1980’lere kadar işler yolundaydı. Üretilen motorlar sağlam, ekonomik ve halkın ihtiyacına uygundu. Tarımda, teknelerde, pompalarda kullanılan bu motorlar öylesine meşhur olmuştu ki, marka fark etmeksizin herkes onlara “Pancar Motor” diyordu.

Ancak zamanla üretim kapasitesi azaldı, rekabet arttı, maliyetler yükseldi. Devlet destekleriyle birkaç kez iflastan döndü ama eski gücüne asla kavuşamadı. 1990’larda zararlar büyüdü, hisseler satıldı, fabrika arazisi el değiştirdi.

2000’lere gelindiğinde Pancar Motor, kirasını bile ödeyemeyecek duruma geldi. Kayseri Şeker Fabrikası’nın açtığı dava sonucunda fabrika kapandı.

Bir hayalin son sayfası böyle kapandı.

Genç bir mühendisin yüreğinden doğan Gümüş Motor, Türk insanının azmiyle neler başarabileceğini gösteren bir simgeydi. Ama sahip çıkılmayan her başarı gibi o da sessizce tarihe karıştı.

Belki de mesele, Türkiye’nin şeftali yerine motor üretmek isteyen insanlara yeterince sahip çıkmamasıydı…

1951’de yerli toplu iğne,

1956’da yerli motor üretildi.

Ve bugün, o ilklerin çoğu artık sadece anılarda yaşıyor.

Tarihi bilmemek ayıp değildir;

ama aynı hataları tekrar etmek,

işte asıl ayıp olan odur.