Yaşlı amca, belli ki canı burnunda. “Çocuklarınıza sahip olun biraz, burası çocuk bahçesi değil, hastane, herkesin derdi ağrısı var.” amcaya hak verenler birkaç kişi. Çoğunluk çocuklardan yana. Yanındakiyle düşüncesin paylaşan paylaşana.
Çikolata veren yarı çıplak kadın: “Amca senin torunun yok mu? Çocuk laf anlar mı? Oynuyorlar işte, birazdan susarlar.”
Çocukların asla duracağı, susacağı yok. Yanımda oturan üç yaşlarındaki kız çocuğunun babası: “Sabah saat beşte kalktı, nerden buluyorsa bu enerjiyi şaşırıyorum garadaş.” Cevap vermesem belki de kendini beğenmiş küstah diyecek içinden. “Çocuk, bağırır da koşar da ne yapacaksın hemşerim, aldırma. Amca da yaşlı ne derdi var da rahatsız oluyor bilemeyiz. İkisi de haklı aslında.” Rahatladı. Çikolata veren kadının ortaya karışık konuşmasından sonra ortalık sükuta kesti.
Unutmadan salonun fotoğrafını da çekeyim sizlere: salonda; başı kapalı, başı açık, üç beş akıllı çokça ben de dahil aklı kaçık, kimi kumkuma kuşu gibi düşünüyor kimi uyuz gibi kaşınıyor. Ne yalan söyleyeyim, erkekler tam bir beyefendi, kadınlar birebir tam da kendi.
Bazı şeyler beni çeker, o nedenle böylesi kalabalık yerlerde her şeyi görsem de elimden geldiğince karışmamaya çalışırım ama tanıyanlar bilir, haksızlığın yanlışın olduğu yerde kendimi tutmak için adeta işkence ederim kendime. Yanımdaki arkadaşım ya da bir yakınım varsa onunla paylaşırım çoğu zaman. Ama her zaman öyle olmuyor bazen şu şeytan denilen çakal beni rahat bırakmadı.
Tam karşımda bir kadın, yetmiş yaşlarında. Elindeki peçeteyi düşürür gibi yaptı, çevreyi gözetleyerek ayağının ucuyla peçeteyi oturduğu bankın altına çekmeye çabaladı ama bacakları kısa olduğundan tam başaramadı. O sırada göz göze geldik. Ayağını öylece peçetenin üzerinde tuttu ama meşrut cürümde yakalanmanın sızısı var yüreğinde. Teni oldukça esmer olduğundan yüzüne yansımadı, yansıdıysa da ben fark etmedim, beş altı metre mesafeden. Biraz bekledi, ben başka yere bakıyor gibi yapınca biraz daha çekti oturduğu yerin altına.
Yanımdaki Keskin’li hemşerime. “Görüyor musun?” dedim. Lafı hazır bekliyormuş ağzında, benim gördüğümü o da görüyordu. “Eşek kadar kadın bu saatten sonra akıllanmaz hemşerim, çocukluğunda alacaktı terbiyeyi, şimdi gitsen söylesen o senden yüzlü çıkar, demediğini bırakmaz” dedi. Benim toplumcu yanım depreşti. Yan tarafımda oturan hemşerime işaretle kalkayım dedim. Teyzemin karşısına dikildim, herkesin gözü bizde. “Güzel teyzem, elinden peçeten düştü fark etmedin sanırım, bak şurada çöp kovası var atsan iyi olur” dedim, yerime geçip oturdum.
Teyzem cebinden bir peçete çıkardı, çıkarırken uzun zamandır kullanıp tekrar cebine koyduğu ezilmişliğinden belli olan bir peçete daha düştü. Çıkardığı peçeteyle iki peçeteyi alıp çöp kutusuna attı. Teyzem kısa boylu, iki tarafa da aksıyor. İçime vurdu uyarmam. Keşke bana durumunu söyleseydi ben alıp çöpe atardım. Bu arada peçeteyi cebine koymamasının nedeni de belli oldu. Kan vb. bir şey vardı ki cebine koymamıştı.
Ha unutmadan söyleyeyim, bisiklet bıyıklı hemşerim: “Vallahi iyi ettin, sen demesen, ben demesem bunlar düzelmez” dedi. Hakkımı verdi, “Allah razı olsun”. Karşımızdaki dijital panoda adım yazdı. Benim bekleme salonundan ayrılmamla birlikte özellikle hemşerim ve peçete düşüren teyzem ne düşündü bilemem ama pek iyi düşündüklerini sanmam.