Didim’de geçirdiğimiz sekiz günlük tatilin ardından, sabah saat dörtte, Ankara yollarına düştük. Bulunduğunuz kentin dışına çıkarken, özel arabanızla yolculuk yapıyorsanız, uygun gördüğünüz her yerlerde durur, dinlenir, bir şeyler alır ya da bakar merakınızı giderirsiniz.
Yeme içme konusunda da bu böyledir. Dalından koparılmış taze sebzeye, meyveye ilgisiz kalmak mümkün mü? Hale yolculuğunuz Ege Bölgesindeyse; dalından koparılmış üzüm, kulağı burulmuş süt damlayan incir, mevsimiyse nar, portakal, mandalina sizi çağırır asla ilgisiz kalamazsınız. ücretine bakmadan, şu kadar kilo alacağım dersiniz, ya da gözünüze kestirdiğiniz kadar poşete doldurur tarttırırsınız.
Üzümün, incirin kasalara yalınkat sıra sıra dizildiği Kuyucak’tan her geçtiğimde Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf” romanı gelir aklıma.
Kaymakam Selahattin Bey’in, Yusuf’u aldığı evi arar gözlerim. Romanı okuyanlar bilir, ilginç bir Anadolu Kasabası hikâyesidir. Roman Aydın, Kuyucak’ta geçer. O nedenledir gözlerimin o evi araması.
Tüm emekçiler kıymetlidir ama kadın emekçiler benim için bir kademe daha kıymetlidir. Karadeniz’de ve Ege’de kadınlar üretimin görünen yüzleridir.
Birkaç tane incir satıcısı geçtikten sonra bir kadının oturduğu tezgâhın önünde durduk. Camı indirerek kilosunu ne kadara verdiğini sorduk. “Yüz yirmi beş” dedi.
Kadınının yüzünde insanı kendine çeken bir masumiyet ve yorgunluk vardı. Arabadan indik. Selamlaşmanın ardından, göz kararı doldurduk, tarttı, ödemesini yaptık. İlk gördüğüm masum, yorgun yüz beni daha da yanına çekti. Duruşunda; “Kaynayan tencere kapak tutmaz” örneğindeki gibi konuşmak, yaşadıklarını paylaşmak, muhabbet etmek istiyordu sanki! Eşimin ve benim giyim şeklimiz ve davranışımız kendine yakın hissettirmiş, konuşma isteği doğurmuş olabilirdi. Yoksa her gelen müşteriyle böyle pat diye sohbet etmediği düşüncesindeyim.
Meryem Hanım: Güngörmüş, saygılı, davranışlarında mesafeli. Yakından tanımasanız, kurduğu cümlelerden öğretmen olduğunu ya da yüksek Okul mezunu olduğunu düşünürsünüz.
Alışverişimize başlarken; “Siz de var diyenlerden misiniz? Memleket tükendi, geçim zorlaştı, birileri hâlâ her şey güllük gülistanlık diye nutuk atıyor” diye içindeki geçim ve geçmiş sıkıntının, üretip kazanamamanın, ipuçlarını vermişti. Bir şeyler vardı sanki anlatmak istediği.
“Çayım demlenmek üzere, içmek ister misiniz?” dedi.
Eşim, tanımadığı birilerinin tabağından, bardağından bir şeyler yeme, içme konusunda temkinliydi. (Benim hiç onaylamadığım bir alışkanlık) İtirazına fırsat vermeden, “İçeriz” dedim.
Sol bacağı aksayarak mutfağa doğru yönelirken, bir taraftan da “Dizlerimde kemik erimesi var, yoruyor beni” diyordu. Yardım etmek istedik ise de kabul etmedi. Ege şivesiyle: “Ben getiri verem” dedi.
Ege şivesini, en çok Tolga Çandar’dan ve Özay Gönlüm’den duydum, dinledim. Çok hoş, akıcı ve samimi bir dil kullanıyordu.
Nereden gelip, nereye gittiğimizi sordu.
“Didim’de Yazarlar Festivali vardı, oraya davetliydim” dedim. Yüzündeki yorgunluk hali birden değişti. “Siz yazar mısınız? Çok sevindim” dedi. Yüzüne huzurlu bir gülüş yayıldı.
Kendinin eğitimine devam edememesinin hikâyesini, çocuklarını okuttuğunu, kızının Amerika’da bir ailenin inisiyatifinde okuduğunu, akaryakıt ticareti yaptıkları sırada, bir firmanın oyununa geldiklerini, tiner ve bitkisel yağ ile kendi ürettikleri akaryakıtları bunlara pazarladıklarını, farkına vardıklarında işi zora soktuklarını ve bir mafyanın eline düştüklerini ve yazlıklarını, dört katlı binalarını, benzinliklerini, bütün birikimlerini kaybedişlerini, uzun uzun anlattı.
Masanın karşısında oturan Meryem Hanımın, gözlerinden sızan yaşlar içime bir kor gibi düşüyordu. Gözlerim doldu, boşaltamadım, canımı dişime taktım ve tuttum. Meryem Hanım’ın gözlerinden dökülen yaşlar; korkunun, acizliğin, umutsuzluğun, yenilmişliğin ifadesi değil tam tersine dik duruşun, teslim olmamanın ve cesaretin ifadesiydi.
Yolun karşısındaki dört katlı evi, şimdilik! çalışmayan benzinliği gösterdi: “İçinde oturan yok demesinler diye perde çektim, yine de iki kez soydular içinde ne var ne yok hepsini,” derken gözlerinden yaşlar hâlâ süzülüyordu.
“Tam karşınızda, akşama kadar orayı görüyorsunuz, bu sizi daha da üzüyordur, başka bir yere gitmeyi düşünmediniz mi?” dedim
Burası babamın malı, başka yere nereye gideyim, kaldı ki karşımda göz kulak oluyorum, ona rağmen yine de soydular”
Biraz konuyu değiştirmek istedim.
“Müşteriniz olmadığı zamanlarda ne yaparsınız? Nasıl vakit geçirirsiniz” dedim
“Okuyorum” dedi.
Kitapların ve yazarlarının isminin yazdığı sayfayı açarak bir ajanda uzattı.
“Bak, bu kitaplar yaklaşık altı ay gibi bir zamanda okudum kitaplar” dedi.
On beş, yirmi belki de daha fazla, ajandanın sayfasının yarısını dolduran, uzunca bir liste içeriyordu: Ayşe Kulin ve Sabahattin Ali aklımda kalan yazarlar. Diğerlerini yol yorgunluğu ve konuşmanın bende bıraktığı üzüntü ve heyecan ile aklımda tutamadım.
Sohbet sırasında: “Biz atadan dededen sağ partiliyiz öyle gördük, öyle büyüdük. Bizi hep kandırdılar, halk partisinde (CHP) arkadaşlarım var gidip üye olacağım, geç de olsa gerçeği gördüm.” dedi.
Kahvaltı yapıp yapmadığımızı sordu, yapmamıştık ama kıyamazdım kahvaltı hazırlamasına. Festivalden kalan şiir kitaplarımdan olanları imzaladım. Romanım kalmamıştı, söz verdim bir dahaki sefere yanımda bulundurup, imzalayacağıma.
Bir dost kazanmıştım, hem de yüreğime dokunan. Kim bilir haksızlıklara maruz kalmış, “Malına mülküne çökülmüş” ne insanlar var adını bilmediğimiz, sesini duymadığımız…
Ayrılırken, torunum olup olmadığını sordu “Var” dedim. Örgü sepetlerden hediye etmek istedi. Çok duygulandım. Anadolu insanı böyleydi işte. Bu davranışıyla, benim armağan ettiğim kitaplara karşılık bir armağan vermek istiyordu ama torunumun isteyeceği, nitelikte bir şey değildi, alsam heba olacaktı, almadım, tüm içtenliğimle teşekkür ettim.
Bizim gözümüz arkamızda, yüreğimizin bir parçası orada kaldı. Onun da gözü ardımızdan bakıyordu, sevgiyle, dostlukla. Duygu ve düşüncelerine ortak olmuş birileri olarak, biz de onun yüreğinde iz bırakmış mıydık? Ne dersiniz.
Meryem Hanım; İşin rast gelsin, rahmetli annemin dediği gibi; “Allah iyi insanlarla karşılaştırsın.” Çocuklarının sağlığı ve başarısı tesellin olsun.