Bazı tarihler vardır ki, takvimlerde yalnızca bir gün değildir; bir milletin yeniden doğduğu, geçmişin küllerinden geleceğin umutlarını yeşerttiği dönüm noktalarıdır.

İşte ;29 Ekim 1923, işte o tarihlerden biridir.

O gün, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet’i ilan etti.

O gün, Türk milleti sadece bir rejim değişikliğine imza atmadı, kendi kaderine sahip çıkma hakkını dünyaya ilan etti.

Ve o gün, Anadolu’nun yorgun ama onurlu insanı “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek, tarihte eşi benzeri az görülür bir irade gösterdi.

19 Mayıs 1919’da Samsun kıyılarına vuran dalgalar, sadece bir yolculuğun değil, bir ulusun yeniden dirilişinin müjdecisiydi.

Yıllar süren savaşların ardından yorgun düşmüş bir halk, Mustafa Kemal’in önderliğinde ayağa kalktı.

Sakarya’da, Dumlupınar’da, Afyon’da sadece düşmana değil, umutsuzluğa da meydan okudu bu millet.

Ve nihayet, Lozan Antlaşması ile yeni Türk devletinin varlığı dünyaya kabul ettirildi.

Ama o günlerde henüz devletin bir adı yoktu, başkenti yeni belirlenmişti, sistemin adı konmamıştı.

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış, Osmanlı’nın yüzyıllardır süren yönetim anlayışı tarihe karışmıştı.

Artık sıra, yeni bir devrin adını koymaya gelmişti: Cumhuriyet.

Tarih 28 Ekim 1923...

Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü’nde yakın arkadaşlarıyla bir araya gelir. Latife Hanım’ın kurduğu sofrada, o meşhur cümle ağzından dökülür:

“Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.”

Bu, sıradan bir karardan çok daha fazlasıdır. Bir gecede alınan bir siyasi karar değil, yıllarca süren bir mücadelenin doruk noktası, bir milletin özgürlük hayalinin somutlaşmış hâlidir.

29 Ekim akşamı saat 20.30’da, TBMM kürsüsünde yankılanan tek bir cümleyle tarih değişti:

“Türkiye Devleti’nin hükümet şekli cumhuriyettir.”

O an salonda bulunan milletvekilleri “Yaşasın Cumhuriyet!” nidalarıyla ayağa kalktı. Alkışlar, gözyaşları ve gurur birbirine karıştı.

Ardından yapılan oylamada 158 milletvekili oy birliğiyle Mustafa Kemal Paşa’yı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçti.

Ve O, kürsüye çıkarak tarihe kazınacak şu sözü söyledi:

“Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”

O günden bu yana 102 yıl geçti...

Ama bu söz hâlâ dillerde, yüreklerde bir umut olarak yaşamaya devam ediyor.

Cumhuriyet’in Anlamı: Halkın Kendi Kaderine Sahip Çıkması

Cumhuriyet yalnızca bir yönetim biçimi değildir. Cumhuriyet, bir karakterdir, bir yaşam biçimidir, bir onur meselesidir.

Atatürk’ün “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet, halkın kendi iradesiyle yönetime katılmasının, kaderini kendi elleriyle çizmesinin adıdır.

Cumhuriyet demek, köy öğretmeninin karanlık bir sınıfta çocuklara “Okuma özgürlüktür” demesi demektir. Cumhuriyet demek, bir köy kızının doktor, bir yoksul çocuğun mühendis, bir çiftçinin milletvekili olabilmesidir. Cumhuriyet demek, bir milletin kul olmaktan vatandaş olmaya geçişidir.

Bu yüzden 29 Ekim, sadece bir bayram değil, aynı zamanda özgürlüğün, eşitliğin ve umudun bayramıdır.

Her 29 Ekim’de, sabahın erken saatlerinde Anıtkabir’e giden o kalabalıklara bakın. Kadınlı erkekli, yaşlısı genci, çocukların ellerinde bayraklar, gözlerinde umut ışığı... Her biri, Atatürk’ün “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözünün canlı tanıklarıdır.

Cumhuriyet sadece geçmişin bir anısı değildir; bugünün de yarının da teminatıdır. Çünkü o, sadece bir rejim değil, bir medeniyet projesidir. Eğitimde, hukukta, kadın haklarında, ekonomide yapılan devrimlerle, Türkiye çağdaş dünyanın bir parçası olmuştur. Bir millet, Atatürk’ün önderliğinde yeniden doğmuş, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmiştir.

Cumhuriyet bize armağan edilmedi, bedeli ödenerek kazanıldı. Kanla, alın teriyle, inançla, yoklukla…

Ve şimdi bu emaneti taşımak, onu koruyup yüceltmek hepimizin boynunun borcu.

Bugün Cumhuriyet’i korumak, sadece geçmişi anmak değil; özgürlüğü, eşitliği, bilimi, adaleti savunmaktır. Bugün Cumhuriyet’i yaşatmak, bir çocuğun eğitim hakkını, bir kadının eşitlik mücadelesini, bir gencin hayalini korumaktır.

Atatürk’ün bize bıraktığı en büyük miras, yalnızca Cumhuriyet değil, o Cumhuriyet’in ruhudur.

O ruh, ne saraylarda ne koltuklarda yaşar; halkın kalbinde, gençlerin umutlarında yaşar.

Bugün bir kez daha o büyük sözü hatırlamanın zamanıdır:

“Cumhuriyet fazilettir.”

Ve biz biliyoruz ki, bu fazileti koruyan milletler asla esir olmaz.

Yaşasın, Cumhuriyet!

Yaşasın özgür, eşit, çağdaş Türkiye!