Gönül Akın, bir gün Adana’ya geldiğinde kendisine bestelerinden muhayyer kürdi makamında bir şarkısını verdi.
“Kara gözlüm efkârlanma gül gayri”
Gönül hanım şarkıyı çok beğendi.
Bunu radyoda okuyacağım dedi.
Bir kaç hafta sonra bir telgraf aldı.
“Şu tarih ve saatte şarkını dinle” yazıyordu.
O günü sabırsızlıkla çekti.
Gönül hanımın programı başladı. Sıra o şarkıya gelince…
Spiker “şimdi dinleyeceğimiz şarkı Ali beyin” demez mi!!!
Eserleri yayınlanan Ali bey diye iki kişi daha vardı. Onlardan birisi sanılacaktı.
Birkaç gün sonra Gönül hanım: “soyadının gülünç olması dolayısıyla söylenmediğini” belirten bir mektup gönderdi.
Bu hal başına daha önce İstanbul Belediye Konservatuvarı imtihanına girdiğinde de gelmişti.
Merhum Münir Nurettin Selçuk, Dürri Turan, Fahire Fersan, Kemal Gürses ve Nevzat Atlığ daha birkaç kişi...
Münir bey “adın soyadın ne evladım?” deyince “Ali Kaptıkaçtı” dedi.
Hepsi önce kahkaha ile güldü sonra özür dilediler.
Ata soyadı Kaptıkaçtıydı.
Lise çağlarında çay bahçesinde şarkı söylediği yıllardı.
Adana’da çok sevilen bir hakim vardı. Kemal bey…
Her gördüğünde “Ali gel senin şu soyadını değiştirelim yavrum” diyordu.
O da “ata soyadı Kemal abi kalsın” diyordu..
Bu iki hadiseden sonra soyadını değiştirmek şart olmuştu.
Hemen soyadı aramaya başladı…
Bir gün evde cümbüşle Şükrü Şenozan’ın bestesi “gözlerinden içti gönlüm neşeyi” şarkısını söylüyordu.
Rıfat Veziroğlu geldi.
- “Ali sen soyadı arıyordun değil mi?”
- “Evet”
- “Şenozan” tam sana göre ne dersin?”
- “Peki bir düşüneyim” dedi.
Ertesi gün Laika Karabey’e telefon etti durumu anlattı o da “bu soyadı tam sana göre” dedi.
Hâkim Kemal beye soyadını değiştirmeye karar verdiğini söyledi.
İlk mahkemede bir şahitle Kaptıkaçtı olan soyadı, Şenozan oldu.
05.09.1966 yılında bu defa TRT ‘ nin açtığı yetişmiş sanatçı sınavı vardı.
Sınav günü;
Kutlu Payaslı’nın koridora çıkıp “imtihan için bir fedai arıyorum” dediğinde kahraman ve kendinden emin bir edayla öne atıldı.
“ben girebilir miyim?” dedi, “buyurun” cevabını alınca odaya girdi.
İşte Muzaffer İlkar’ı ilk olarak o zaman gördü. “Buyurun evladım oturun” sözünü duyunca Muzaffer bey’in tam karşısına oturdu.
Masada Muzaffer İlkar dışında Saadet İkesus, Ferit Sıdal, Ali Can, Vedia
Tunççekiç Vecihe Daryal, Selahattin İnal, Müzehher Güyer, Turhan Toper vardı.
Jürideki herkesin sorduğu sorulara cevap veriyordu.
O kadar kendisinden emindi ki yeri gelince soru biçimine itiraz ediyordu.
İtirazını Ferit Sıdal haklı bulmuştu.
Bir saati aşan sınavda, Muzaffer İlkar’ın güler yüzü ve yapıcı davranışı moral olmuştu.
Ses sanatçısı, bestekar, koro şefi ve yönetici Muzaffer bey’i çok sevmişti.
Ona göre; hassas, duygulu, kibar tam bir İstanbul beyefendisiydi.
Koro yönetirken ki hakimiyeti ile şeflikte örnek aldığı kişilerden birincisiydi.
İkincisi de Kutlu Payaslı...
Sınavı kazandı. Ankara Radyosu’nda 1 Aralık 1966’da Solist Ses sanatçısı olarak göreve başladı.
Seyfettin Sığmaz aynı edayla elini omuzuna koyarak
“Dadaş demedim mi ben sana, sen bu radyoya gireceksin diye?” dedi.
Ankara İzmir Caddesinde bulunan,
Bestekâr Necip Mirkelamoğlu’nun işletmeciliğini yaptığı,
Gül Ağacı Müzikhol’de sahneye çıkıyordu.
Sabaha karşı evine geldi.
Askerdeyken, nişanlısı Bedriye hanımın bir dergide bulup gönderdiği şiiri saklamıştı.
Çıkardı okumaya başladı…
İlham perileri cirit atıyordu, şiiri besteledi fakat içine sinmiyordu, bir yerde bir eksik var diyor, uyku tutmuyordu.
Sabah radyoya gidecekti.
Uykusunu alması gerekiyordu.
Yatağa yatmasıyla, kalkması bir oldu.
Udunu aldı ve “Ölünceye dek seni, unutmayacağım” sözlerini ekledi.
Gittiğin yolları yakın sanarak
Hasretin zehriyle her an yanarak
Gözlerim enginde seni anarak
Günlerce yolunu bekleyeceğim
Ölünceye dek seni unutmayacağım
Kırlarda çiçekler büsbütün solsa
Mehtaplı geceler karanlık olsa
Kalbime dünyanın elemi dolsa
Yıllarca yolunu bekleyeceğim
Ölünceye dek seni unutmayacağım
Rast makamında eser dinleyiciler tarafından çok beğenildi.
(Devamı Haftaya)