Bölgemizde iki ülkede başörtüsü tartışması yoğun bir şekilde gündem yaratıyor ve elbette en yakıcı sonuçları da...

Bölgemizde iki ülkede başörtüsü tartışması yoğun bir şekilde gündem yaratıyor ve elbette en yakıcı sonuçları da İran’da görülüyor!

İran’da kadınlar İslamcı rejimin başörtüsünü zorunlu kılan ve bu zorunluluğa uymayanları sopa ile terbiye etmeye çalışan zorba zihniyetine isyan ediyorlar. Elbette İslami rejimin zorbalığına ve molla despotluğuna isyan edenler, karşı çıkanlar sadece kadınlar değil, ülkenin çok büyük bir kesimi de hak ve özgürlüklerini savunmak için ayağa kalkmış bulunuyor.

Başörtüsü burada sadece simgesel bir olgu, asıl konu insan hak ve özgürlüklerine zerrece önem vermeyen İslami rejimin baskısına ve molla zorbalığına isyan edilmesi.

Bu dönemde başörtüsünün gündem olduğu diğer ülke ise ne yazık ki Türkiye oldu.

Kılıçdaroğlu’nun kamuda başörtüsü takanlara güvence getirecek kanun teklifi ve bu kanun teklifine karşı Recep Bey’in anayasal değişiklik yapalım diyerek el yükseltmesi sonucunda başörtüsü seçimlere giden Türkiye’de de gündem oldu.

Peki, altı üstü birkaç karış bezden oluşan başörtüsünü bu kadar önemli kılan, tartışmaların göbeğine oturtan nedir?

Bakınız başörtüsü sadece bir bez parçası değildir!

Başörtüsü demokratik çağdaş rejime karşı çıkan, İslam şeriatının geçerli olmasını savunan siyasi bir hareketin en temel simgesidir.

İran’da halk başörtüsüne karşı eylem yaparken aslında bu İslami düzene itiraz ediyor, Türkiye’dekiler ise başörtüsünü savunurken aslında bu İslami düzeni talep ediyor.

Demek ki bu durumda tartışmamız gereken asıl konu başörtüsü, başörtüsü takıp takmamak ya da başörtüsünün şekli şemali olmamalıdır. Artık asıl tartışmamız gereken konu başörtüsü simgesi ile talep edilen ve demokrasiye alternatif olarak sunulan İslami sistemdir!

Başörtüsü gibi teferruatlara ve benzer simgelere odaklanmak, onları tartışmak aslında demokrasi karşıtı İslami kesimi güçlendirmektedir ve bu yüzden de tartışmayı bu noktaya hapsetmek demokrasi ile insan hak ve özgürlükleri bakımından son derecede tehlikelidir.

Bu noktada başörtüsü ile son birkaç gündür Türkiye’nin gündemini yoğun bir şekilde işgal eden, bebek sayılacak bir yaşta 6 yaşında bir kız çocuğunun tarikat cemaat kapanında evlendirilmesi arasındaki derin bağa değinmek istiyorum.

Başörtüsü en temelde 6 yaşında bir çocuğun evlendirilmesini meşru hatta sünnet olarak gören bu İslami düzenin bir simgesidir. İslam şeriatında ve geleneğinde evlilik için bir yaş ve rıza koşulu aranmamaktadır.

Dahası İslam şeriatında kadınlar evlilik kurumu içerisinde birçok hak ve özgürlükten mahrum bırakılmakta, eşlerini başka kadınlar ile paylaşmak zorunda kalmaktadırlar.

Burada uzun uzadıya teolojik tartışmaya girmek niyetinde değilim ama İslam şeriatı kadın ve erkeği eşit kabul etmeyen, erkek egemen bir hukuk düzenidir. İslami sistemde kadın eksik cins olarak kabul edilir, evlenmeden önce babasının ya da erkek kardeşinin, evlendikten sonra da kocasının malı muamelesini görür.

Çağdaş, demokratik ve laik toplumlarda geçerli olan medeni hukuka göre ise evlilik için öncelikle yasal olarak reşit olma ve özgür irade ile evliliğe rıza gösterme koşulları aranır. Çağdaş laik hukukta evlilikte kadın ile erkek eşit hak ve özgürlüğe sahiptir ve tek eşlilik esastır.

İslam şeriatına dayanan hukuk ise bütün bu çağdaş ilke ve normlara karşıdır. Laik hukuk ile şeri hukukun çatıştığı en temel konulardan biri de medeni hukukun bu evlilik kurumu konusudur, laik ve şeri hukuk tamı tamına zıt iki hukuk sistemidir.

Laik hukuk sisteminde son derecede bağlayıcı ve geniş kapsamlı hukuki ve mali sonuçlar doğuran evlilik kararı almak için reşit olmak gerekir. Burada reşit olmak derken öncelikle böyle önemli bir kararı verebilecek zekâ gelişimi ile bilgi seviyesine sahip olmak ve bu kararın doğuracağı sorumlulukları taşıyabilecek yeterlilikte olmayı kasteder. Bilimsel tespitler ile oluşan kanuni alt sınır bu yüzden 18 yaştır. İnsanlar ancak reşit olma yaşına eriştiyse ve rızaları varsa bu kararı alır, şahitler ve devletin görevli memuru önünde açıkça beyan eder ve kararları deftere yazılır, imzalanır, mühürlenir ve resmen kayda alınır.

Laik hukuk sistemleri eşitlikçiyken İslam şeriatına dayalı hukuk sistemi kadın erkek, efendi köle ve inanan inanmayan gibi ayrımlar üzerine bina edilmiş, eşitlikçi olmayan sistemlerdir ve başörtüsü de işte bu eşitlikçi olmayan şeri hukuk düzeninin bir simgesidir.

Sonuç olarak mesele üç beş karışlık bir bez parçası ya da salt bir inanç değil, başörtüsünü savunurken neyi savunduğunuzu, karşı çıkarken de neye karşı çıktığınızı bilin derim. Kocasını üç beş kadınla paylaşmak ve kızını bebekken gelin etmekte bir sakınca görmeyen kadınlar ile bu düzeni isteyen erkekler elbette başörtüsünü de savunabilir, yeter ki neyi savunduğunu bilsin…