“Borç yiğidin kamçısıdır!” sözüne sakın inanmayın. Hani kimileri der ki; “borç yiyen” kesesinden yer! İyi de bu borçları zamanında söz verdiğiniz gibi kapatmazsanız, size yüksek faizle de olsa kimse borç para vermez.
Onun için RTE’nin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; kapı kapı dolanıyor ama borç dolar bulmaktan zorlanıyor. Türkiye’nin iç ve dış borçları AKP iktidarı ile yüzde 500’e katlandı. Ülkemiz Cumhuriyet döneminin en çalkantılı ve karanlık dönemlerinden birisini yaşıyor. Siyasi belirsizliklerin böylesine yoğunlaştığı bir dönemin ulusal ekonomimize etkileri nasıl olacaktır? Bu soruya yanıt aramak için ekonominin güncel konumuna ait verileri anımsamamız gereklidir.
Bunun için gerilere gidip bakmak ve yazmak istiyorum. Örneğin büyümeden başlayalım. Milli gelirimiz, 2016’nın birinci çeyreğinde yüzde 4,8 büyümüş idi. Söz konusu büyümenin ardında yüzde 6,5’lik genişlemeyle birlikte özel tüketim harcamalarının yattığı ve Türkiye’nin tüketim talebine dayalı bir genişleme içinde olduğu vurgulanmaktaydı.
Gerçekten de bu dönemde sabit sermaye yatırımları yüzde 0,4 ile daralmış, ihracat artışı ise yüzde 2,4 ile çok sınırlı kalmıştı. İthalat talebindeki artış ise, tüketim harcamalarına koşut olarak yüzde 7,5 büyümüş idi.
Büyüme hızındaki ivmelenmeye karşın, fert başına düşen milli gelir döviz kurlarındaki pahalılaşma nedeniyle gerilemesini sürdürmüş ve 2008 düzeyinin altına inmiş durumdaydı (9,130 dolar).
Oysa 2003 sonrası dönemde fert başına milli gelirin dolar bazında üç misli artış göstermesi AKP ekonomi idaresinin başarı öykülerinin ana temasını oluşturmaktaydı.
2003’ten 2007’ye kadar olan dönemde, dünya ekonomisinin spekülatif nitelikli ve 2008 kriziyle birlikte sürdürülemez olduğu belgelenen genişleme konjonktürüne denk gelen bu gelişmenin ardında dövizin ucuzluğuna dayalı sanal bir büyüme yatmaktaydı.
Bu dönemde AKP ekonomi idaresinin ana kurgusu ulusal faizlerin yüksek tutularak Türkiye’ye çekilen sıcak para sayesinde dövizin ucuzlatılmasıydı.
Ucuz döviz, bir yandan tüketim ve yatırım talebini kamçılıyor, diğer yandan da ithalat fiyatlarını ucuzlatarak enflasyonun aşağıya çekilmesine yardım ediyordu. Türkiye böylelikle, yurtdışından sermaye girişi olduğunda büyüyen, sermaye girişleri yavaşladığında durgunlaşan hatta küçülen, bir ekonomiye dönüşmüştü.
Dış açığa dayalı, spekülatif nitelikli büyümenin sonucu dış borçlanmadır. Türkiye’nin 2016’nın ilk çeyreği itibarıyla toplam dış borcu 411,5 milyar dolardır. Bugün bu dış borcun 700 milyar dolar civarında olduğu söyleniyor.
Dış borçlarımız AKP’nin ilk iktidara geldiği 2001’in son çeyreğinde 124 milyar dolar idi. Yani AKP ekonomi yönetimi iktidarı boyunca Türkiye’nin dış borçlarını 3,3 misli (net 287 milyar dolar, kişi başı yaklaşık 3,500 dolar) artırmıştır. Sözün özü, bugün her yeni doğan T.C. vatandaşı çocuk ortalama 5.137 dolar borçludur.
2016 yılında TÜİK tarafından sunulan en son verilere göre işsizlik oranı yüzde 9,3, tarım dışı sektörlerde ise yüzde 11 olarak gerçekleşti. İşsizlik oranının mevsimsel dalgalanmalarla birlikte yüzde 9,5-10,5 bandında seyretmeye devam eden görünümü, güncel olarak yaşadığımız göçmen ve ucuz işçi baskısı ile birleştiğinde, Türk işgücü piyasalarında ileriye dönük olarak biçimsel olmayan ve kayıt dışılığın artacağı yönünde endişeler güçlenmektedir.
Sonuç olarak büyümenin niteliğine tekrar dönersek, sabit sermaye yatırımları daralırken ihracat artışlarının da son derece yavaş olduğu bir konjonktür içinde bulunan ulusal ekonominin bu siyasi çalkantı döneminde zor bir dönemece sürüklenmekte olduğu açıktır. Türkiye’nin uluslararası arenada yalnızlığa itilmesi bu dönemin güçlüklerini daha da şiddetlendirecektir.
İlk genel seçimde halk iktidarı değiştirmezse açlık ve yoksulluk sürecektir.