Bir zamanlar “Yeşil Bursa” diye anılırdı bu şehir. Ulu çınarlarıyla, göğe yükselen çamlarıyla, serin yaylalarıyla, bol sulu dereleriyle bilinirdi. Ama şimdi... Şimdi ne o yeşil kaldı, ne de o serinlik. Bursa, belki de tarihinin en büyük orman yangını felaketini yaşadı. Ve biz, elimiz kolumuz bağlı, sadece izledik.
Bir günde 44 ayrı noktada yangın çıktı bu ülkede. Şaka gibi, değil mi? Ama gerçek. Bursa’daysa yangının şiddeti sadece doğayı değil, insanı da yaktı. Gürsu ile Kestel arasında alevlere müdahale eden bir su tankeri uçuruma yuvarlandı, üç kişi hayatını kaybetti.
Yetmedi… 5 orman personeli, 5 AKUT gönüllüsü de yangınla mücadelede yaşamını yitirdi. O yeşilin bedeli ağır oldu.
Sadece Bursa’da 7 bin 820 hektar orman yok oldu. Yani bir şehrin akciğeri yandı. İğdir, Narlıdere, Avdancık… Köyler boşaltıldı, insanlar evlerini terk etti. Güneş doğduğunda ise drone görüntülerinde karşımıza çıkan manzara yürek dağladı: simsiyah toprak, grileşmiş çam gövdeleri, tüten bir sessizlik…
Yetkililer ne dedi peki? “Yangın kontrol altına alındı.” Ama asıl acı şu ki: Zaten yanacak yer kalmamıştı. Geriye sadece küller kaldı.
Sosyal medyada Tarım ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü eleştiri yağmuruna tutuldu. En çok da havadan müdahalenin gecikmesi konuşuldu.
Haklılar. Çünkü orman yangınına zamanında havadan müdahale edemezseniz, rüzgar bir kıvılcımı cehenneme dönüştürür.
Bakan Yumaklı açıklama yaptı: “Türkiye'nin hangi noktasında ne olacağını şimdiden bilemeyiz. Cebimizde uçak, arazöz yok. Bir yerden bir yere gitmek zaman alıyor. Rüzgar varsa kontrol altına almak saatler, hatta günler sürebiliyor. 86 milyon vatandaşımızdan bu hassasiyetle yaklaşmalarını istirham ediyorum.”
Ancak Bakan’ın bu açıklamaları kamuoyunda tatmin edici bulunmadı; sosyal medya kullanıcıları ve muhalefet milletvekilleri sert tepkiler gösterdi.
Sayın Bakan, 2025 yılındayız. 86 milyonluk bir ülkede, orman yangınlarına müdahale edecek uçaklarımız hâlâ yoksa burada ciddi bir planlama eksikliği vardır.
CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, bölgeyi adım adım izliyor. Feryat ediyor adeta:
“Sarayın 12-13 uçağı var. Yangına havadan zamanında müdahale edilmedi. Ormanlardan elde ettiğiniz parayı neden yangına karşı koruma için kullanmadınız? Yangın yollarına selvi ağaçları dikip, kozalakların uçmasını engelleseydiniz bu felaketi yaşar mıydık?”
Haklı sorular bunlar. Çünkü mesele sadece yangını söndürmek değil, yangının çıkmasını önlemek. Orman dediğiniz canlı bir organizmadır; korumazsanız intikamını böyle alır.
Yağmurun, karın kaynağıdır orman. Bursa’ya kar düşmezse, bu şehir susuz kalır. O su olmazsa, hayat da olmaz. Ne fabrika kalır, ne ova.
Bugün “kontrol altına alındı” denilen yangınlar, bir rüzgarla, bir kozalakla yeniden alev alabilir. Hiçbir şey bitmiş değil. 2023’te bin 400 orman yangını vardı; 2025’ün daha Temmuz ayı bitmeden bu sayı 3 bini geçti. Bu sayılar birer alarm zili değil mi?
Ve hâlâ Türk Hava Kurumu’nun uçakları Ankara’da bekliyor. Neden? Bu sorunun cevabı, yalnızca yangın politikalarında değil; önceliklerde, tercihlerde saklı.
Bursa artık Yeşil Bursa değil. Dilim varmıyor ama ”Kara Bursa’ya” dönü. Bu şehrin dağları yanarken, biz sadece izledik. Küle dönen sadece ağaçlar değil, umutlarımızdı.
Şimdi soruyorum:
İklim değişikliği mi, ihmal mi?
Yeniden yeşertmek için ne yapacağız?
Yoksa bu kara sayfayı da kapatıp, bir sonraki yangına kadar unutacak mıyız?