Her yıl aynı günleri yaşıyoruz. İnternette özgürlüğü ölçen rapor açıklanıyor, ülkelerin karnesi yayınlanıyor ve Türkiye yine listenin alt sıralarında yer alıyor. Yine “özgür değil” kategorisindeyiz. Ve ben, bu ülkenin gençlerinden biri olarak artık kendime şu soruyu sormadan duramıyorum: Biz ne zaman özgürce konuşabileceğiz? Ne zaman korkmadan yazabileceğiz?
Gençlerin Sesinin Kısıldığı Bir Ülke
İnternet, bizim kuşağın nefes aldığı yer. Düşüncemizi orada paylaşıyoruz, yeni şeyleri orada öğreniyoruz, üretme cesaretini orada buluyoruz. Fakat o alan bile giderek daralıyor. Bir haber düşüyor, erişim engeli geliyor. Bir paylaşım yapılıyor, soruşturma açılıyor. Bir eleştiri ses buluyor, ilgili platforma ceza kesiliyor. Sonra da dönüp “Gençler neden umutsuz?” diye soruluyor.
İyi de, sesimizi kestiğiniz yerde nasıl nefes alalım?
Yetkililerin her açıklaması benzer: “Güvenlik için yapıyoruz.
Güvenlik elbette önemli; fakat güvenlik gerekçesi özgürlüğün önüne sürekli set çekerse bu defa toplum nefes alamaz hale gelir. Bir ülke neden vatandaşının düşüncesinden, sorusundan, eleştirisinden çekinir? Biz gençler düşman değiliz; sadece konuşuyor, tartışıyor, anlamaya çalışıyoruz. Bu, her gencin en doğal hakkı.
Dünya Koşuyor, Biz Ayak Bağıyla Ugraşıyoruz
Dünyada internet özgürlüğü genişliyor, dijital alan büyüyor, fikir akışı ivme kazanıyor. Türkiye’de ise hâlâ “Bu içerik neden engellendi?” sorusunun cevabını bile alamıyoruz.
Kararı kim veriyor?
Hangi ölçüye göre?
Neden şeffaf değil?
Bu soruların hiçbiri net değil. Şeffaf olmayan kararlarla yönetilen bir dijital düzen, bir ülkeyi çağın gerisine iter. Ve gençler bunu çok net görüyor.
Ben bir genç olarak şuna inanıyorum: Özgürlük tehlike değil, güçtür.
Biz özgür olduğumuzda daha üretkeniz, daha yaratıcıyız, daha dayanıklıyız. Yasaklar ve engellemeler bizi korumuyor; aksine bizi ülkeye yabancılaştırıyor. En acı olan da şu: Bu ülkenin gençleri bunu hak etmiyor. Daha açık, daha özgür, daha nefes alınabilir bir dijital ülke hayal etmek bile artık cesaret istiyor.