Bugün sabah kalktığımda, penceremden güneş yüzüme gülümsüyordu. Yine güzel bir gün olacak diye düşündüm, en azından doğaya dair. Yüzümü yıkarken, sakallarımın uzadığını fark ettim. Uzadığını dersem, bir günlük. Bir gün arayla kesmeye çalışırım. Sakallı halimi sevmiyorum, hiç de denemedim. Nedense bana kirlilik hissi veriyor. Kahvaltıya geçtim, bir iki lokma bir şeyler yedim, bir bardak çay içtim, bir bardakta doldurup, çalışma odama geçtim. Akşamdan kapatmayı unuttuğum bilgisayarımın şarj lambası bana göz kırpıyordu. Gayri ihtiyari kendi kendime gülümsedim. Yaşlanıyor muydum, yoksa bu kadar yoğun gündemden dolayı mı kafam doluydu!
Yazar dostlarımın, arkadaşlarımın ve bana kitap gönderen yazarların kitapları hakkında yazılar yazıyorum yıllardır. Arada bir güncel bulduğum konulara değinsem de çok az olduğunu biliyorum. Okumamı bekleyen kitaplardan habersiz köşemde güncel konulara biraz daha fazla yer vermeye karar verdim. Klavyenin karşısına geçtim.
Gündem öylesine dolu ki Anadolu’da “çaka, çaka” diye tanımlanır, aynen öyle çaka, çaka dolu. Ama ben bugün suya sabuna dokunmadan! Kısaca, mevsimin acizliğine değineceğim ve yazımı sonlandıracağım.
Biz insanlar; her konuda olduğu gibi kendimizde kusur aramadan karşımızdakini suçlamaya, herhangi bir aksilik varsa karşıdaki kişiden kaynaklı olduğuna önce kendimizi inandırır sonra da üzerine gideriz. Halbuki, doğayı daha fazla sömürmek/kazanç sağlamak uğrunu talan eden biziz. Akarsuları, ormanları, dağları, acımasızca; hırsızın, girdiği evi talan ettiği gibi önünü arkasını düşünmeden talan ederiz, sonra da kusuru mevsimlerde ararız, Allah’ta! Ararız. Neden sonuç ilişkisi olduğunu aklımızın ucundan geçirmeyiz.
Bahçeye kazdırdığım kuyu geçen yıla kadar ağzına kadar doluyken, geçen yıl azalmaya başladı, bu yıl da yok denilecek kadar az. Hemen üstümüzde; yaşlı bir amcanın hayrı için yaptırdığı bir çeşme var, yirmi dört saat akıyor. Musluk takmalarını önerdik. Değişik gerekçelerle kabul görmedi. Seneye onun da akmayacağı kesin gibi…
Son yıllarda; çevrecilerin, farkındalık yaratan grupların sayesinde bunları biraz aştık ama daha alacak çok yolumuz olduğuna inanıyorum.
Yazıma son vermeden önce; Neydi o Çernobil'deki nükleer santral patlamasından sonra radyasyondan Karadeniz Bölgesi dolayısıyla çay ve fındığın etkilenmediğini savunan, dönemin Sanayi Bakanı olarak, halka "içiniz rahat olsun" mesajı vermek için kamera önünde çay içen bakan. Hatırladım, Cahit Aral’ı hatırlanması gerektiği gibi hatırlattıktan sonra Metin Lokumcu Öğretmenimizin şahsında; çevre mücadelesinde hayatını kaybedenlerin anısına ve mücadelenin içinde yaşayanların mücadelesine saygıyla yazıma son veriyorum.