Ben demiyorum her zamanki gibi fikrini sorduğum, kadim dostum Tiflis New Vision Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Profesörü Süreyya Yiğit, gönderdiği ayrıntılı lafının özünde, fotoğrafı böyle çekmiş.. Elçiye zeval olmaz bende olduğu gibi, konuya akılcı yaklaşmak için paylaşıyorum; Afganistan’ı iyi anlamak için kısaca tarihine bakmakta fayda var.

Ben demiyorum her zamanki gibi fikrini sorduğum, kadim dostum Tiflis New Vision Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Profesörü Süreyya Yiğit, gönderdiği ayrıntılı lafının özünde, fotoğrafı böyle çekmiş.. Elçiye zeval olmaz bende olduğu gibi, konuya akılcı yaklaşmak için paylaşıyorum; Afganistan’ı iyi anlamak için kısaca tarihine bakmakta fayda var.

13. asırda Cengiz Han istilası sonrası 18. yüzyıla kadar bu toprakların bölünmüşlüğü sürdü. 19.cu yüzyılda Britanya İmparatorluğu Hint topraklarını Çar’a karşı koruma amacı ile Afganistan’ı ilhak etmeye teşebbüs etti ancak, 1921’de bağımsız bir devlet olarak uluslararası camia’ya katılmasını mecburen kabul etti. Emir Emanullah Han devleti Krallık, kendisini de Kral olarak ilan ettikten sonra- genç Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk’ten ilham alarak – sosyal ve ekonomik reformlara başladı. 1933’de cezrî adımlara tepki doğunca Zahir Şah Kral oldu ve 40 yıl boyu bir ölçüde istikrar sağlandı. 1947’de Britanya’nın istemeyerek de olsa Hint yarımadasından çekilmesi ile Afganistan ile uzun bir sınır paylaşan Pakistan doğdu. 1953’de Kralın yeğeni Sovyet yanlısı Davud Han Başbakan olup kadın haklarını geliştirmeye başladı.

1956’da Nikita Kruşçev yardım taleplerini kabul edince ittifaklık gerçekleşti. Bir sene sonra Afgan kadınlar üniversite’de okumaya ve işyerlerinde çalışmaya başladılar. 1965’de gizlice Afgan Komünist Partisi kuruldu. 1973’de askeri müdahale ile Kral devrildi, ülke Cumhuriyet, Davud Han da Başkan olunca Sovyetler ile daha yakın ilişkiler kuruldu. 1975-77 arasında yeni anayasa kadın haklarını yüceltti, muhaliflere karşı baskı ile beraber sosyalist modernizasyon hızlandırıldı. 1978’de Parti bölündü, iç çatışmalarda Davud Han öldürüldü ve Moskova’dan bağımsız, millî ve dini temellere dayanan politikalar uygulandı. Buna karşı özellikle kırsal kesimlerde kadın haklarını kabullenemeyen din endeksli başkaldırmalar ve Mücahit gerilla örgütü ortaya çıktı. 1979’da Amerikan Büyükelçisinin suikastı ile Waşington tüm yardımları kesti. Parti içi kanlı hesaplaşmalar artarak devam ederken, Moskova – tabir-i caiz ise kerhen – komünist rejimi destekleme amacı ile ülkeyi işgal etti. Mücahitler birleşti ve aldıkları dış desteklerle Sovyet’lere karşı direnmeye başladılar, bu arada milyonlarca Afgan, Pakistan ve İran’a göç etti. 1989’de Gorbaçev Kızıl Ordu’yu geri çekti. 1995’de köktenci Taliban harpten bıkmış Afganistan’ı ele geçirdi.

Çözüm nedir peki?

Taliban’a karşı uluslararası bir mutabakat yok. Washington’un stratejisi bitmeyen savaşlara dur demek. Bunun arkasındaki asıl hedef Afgan probleminin yakın komşularına devredilmesi. Çoğunluğu Afganistan’ın en kalabalık etnik grubu Peştunlardan oluşan Sünni İslamcı grup Taliban’ın felsefesi Çin’in devamlı tekrarladığı ‘Üç Kötülük’ – terörizm, aşırılık ve ayrılıkçılığa neredeyse birebir uymakta. Uygur halkının Doğu Türkistan’a tekrar kavuşması için dini destek mümkün, hatta söylemlere bakılırsa da elzem olması söz konusu. Çin bu konuda fevkalade hassas ve buna izin verilmeyeceğini vurgulamakta. Rusya, Kızıl Ordu’nun aldığı dersi unutmuyor, halen binlerce harp malulü tüm eski SSCB topraklarında hâlâ yaşamakta ve savaşı hatırlatmakta. Türki devletlerine sıçrayacak radikal eğilimlerin nihai adresinin kendisi olacağını bilmekte. AB ise sanki Çekoslovakya krizini tekrar yaşıyor ve İngiliz Başbakanı Chamberlain’ın ünlü ‘uzak bir ülkede, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insanlar arasında kavga’ düşüncesini paylaşmakta. Asıl problem tarihte bir Afgan ulusunun olmaması ve bugüne kadar bu bilincin yaygınlaşmaması. Komşu ülkeler de topraklarını genişletmeye karşı değiller, etnik soydaşlarını stratejik piyon olarak görmekteler. 21. asırda bunu dünyaya kabullendirmek–Kırım, Abhazya’da olduğu gibi – neredeyse imkânsız. Farklı etnik kimlikler ulus devlet fikrini dinamitlemekte.

Çözüm federatif çatı altında güç paylaşımı.

Bunu teşvik etmek gayet kolay ama caydırıcı unsur uygulamak çok zor. Baskı ile ulus yaratılamıyor ama mevcut bir ulus demokratikleşebiliyor, Almanya ve Japonya’da olduğu gibi. Kilit noktası Pakistan. Başbakan İmran Han tüm demokratların hayallerini suya düşürdü. Dünyada ünlü sporcu muhalefetteki liberal vaatlerini terk edip muhafazakâr ve askerî çevrelerin esiri oldu. Afgan meselesi öncelikle Batı değil güçlü bölgesel devletler tarafından sınırlanacaktır.