Sevgili okurlarım hepinize mutlu hafta sonları diliyorum bu hafta ki yazımı sokakta ki patili canlarımız için yazdım . Ben ve benim gibi patili can dostlarını seven herkes, tarifsiz bir üzüntü içindeyiz.

Dişimizden tırnağımızdan artırarak, gözümüzü kırpmadan harcadığımız emekler; sadece bir kap mama değil, bir ömürlük sevgiyle beslediğimiz dostlarımız içindi.
Aylardır Anayasa Mahkemesi’nden çıkacak kararı umutla bekledik. “Yok canım, bu kadar vicdansız bir yasa geçmez,” dedik. Belki de kendimizi kandırdık; içten içe olacakları tahmin etmemize rağmen. Ve o gün geldi çattı... Karar verildi. Yasanın geri çekilmesi için verilen dilekçeler, yapılan eylemler, toplanan binlerce imza... Hepsi karşılıksız kaldı.
Hiç düşündüler mi acaba? Binlerce insan neden zamanını, parasını harcıyor? Bir çıkar uğruna mı? Yoksa sadece bir patili can daha rahat etsin diye mi? Hepimizin tek kaygısı, o masum gözlerde bir nebze huzur görebilmekti.
Ben kendi sokağımda sekiz yıldır emek verdiğim, adını “Toyota” koyduğum o güzel yavrumun gitmesine nasıl müsaade edebilirim? Bu sorunun cevabını günlerdir düşünüyorum ama bulamıyorum. Belki de hayatımda ilk kez, çaresizliğin bu kadar derinine iniyorum. Ben ve benim gibiler, yüreğimizde kocaman bir boşlukla baş başa kaldık.
Çünkü kaybettiğimiz sadece bir kedi ya da bir köpek değil; vicdanımızın sesi, sokaklarımızın neşesi, insanlığımızın aynasıydı.
Bir gün diyeceğiz ki ;
Bir sabah uyandık ve dünyamız biraz daha sessizdi. Çünkü mahallemizin maskotu Karabaş artık yoktu. Sokağın köşesinde kuyruğunu sallayarak bizi karşılayan, çocukların elinden yiyecek kapan, geceleri nöbet tutar gibi sessizce yatan o minik dostlar… Onlar artık yok. Nereye gittiler? Neden gittiler? Geri dönebilecekler mi? Hiçbirimizin cevabı yok. Bildiğimiz tek şey, yeni çıkan bir yasanın onların kaderini tek kalemde değiştirdiği.
Bu yasa, sokaktaki hayvanların “toplanması” adı altında adeta bir yok oluşun habercisi oldu. Göstermelik barınaklara taşınan binlerce hayvan, bir daha geri dönemedi. Oysa onlar bizim bir parçamızdı. Mahallelerin neşesi, yaşlıların yoldaşı, çocukların oyun arkadaşıydılar. Sahipsiz değillerdi; biz vardık. Onları seven, besleyen, kollayan binlerce yürek vardık.
Ama bir karar, bir imza ile her şey değişti. Gerekçe olarak “güvenlik” gösterildi. Oysa istatistikler ortadaydı: İnsanlara zarar veren vakaların ezici çoğunluğu işkenceye uğramış, travmatik hayvanlardı. Suç bireylerdeyken, ceza bir türün tamamına kesildi. Masumlar, ‘potansiyel tehlike’ ilan edildi. Onları koruyamayan bizler, şimdi onları yok sayıyoruz.
Sokaklar sessizleşti. O sessizlik, içimizi kemiren bir utanca dönüştü. Bir zamanlar market poşetimizi takip eden minik patiler, artık yerini boşluğa bıraktı. Geceyi bölerek havlayan seslerin yerini, vicdan azabımız aldı.
Bazılarımız bu yasayı savunuyor. “Çocuklarımız korkuyor” diyorlar. Oysa aynı çocuklar, parklarda köpeklerle oynamayı öğrenirse, hayvan sevgisiyle büyürse, hem korkuları azalır hem empati duyguları gelişir. Sorun, hayvanlar değil; bizlerin onları anlamayı reddedişimizde.
İnsanı yücelten, güçlünün zayıfı korumasıdır. “Bir medeniyetin aynası, sokakta yaşayan canlılara olan yaklaşımıdır.” Biz şimdi neyin aynasından bakıyoruz kendimize? O aynada bir gün, arkamızda sessizce yitip giden patili dostlarımızı mı göreceğiz?
Yasa yeniden düzenlenmeli. Toplumun vicdanı hiçe sayılarak yapılan her düzenleme, bir gün kendi yarasını da beraberinde getirir. Belediyelere görev düşüyor: Kısırlaştırma, aşı, beslenme ve eğitim politikaları artırılmalı. Barınaklar, ölüm kampı değil; yaşama alanı olmalı. Sokak hayvanları birer sorun değil, birlikte yaşadığımız canlılardır. Onlar da nefes alıyor, seviniyor, acı çekiyor.
Yıllardır aynı sokakta yaşadığımız o dostlara şimdi sırtımızı dönersek, insanlığımızdan ne kalır geriye? Bugün bir köpeğin, kedinin sessiz çığlığına kulak tıkarsak, yarın bir gün üç maymunu canlandıran kişilerden ne farkımız kalır ki. Çünkü vicdan bir bütündür. Bir yerinden kırıldığında, tüm duvar çöker.
Son sözüm, bu satırları okuyan herkesedir: Sadece bir kap mama, bir tas su değil; biraz vicdan, biraz empati bırakın sokaklara. Çünkü bu dünya, sadece bize ait değil. Ve biz onları unutursak, insanlığımızı da unuturuz.
Hiç olmazsa, tüm barınaklarda gönüllülerin çalışmasına izin verilse... Öyle değil mi?
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki barınaklar, aslında birer sürgün yeri. Orada çalışan birçok kişi, ne yazık ki yaptığı işi severek yapmıyor. Elbette ki aralarında severek yapan dostlarımız da var herkesi aynı kefeye koymak da doğru olmaz ama genelinde Patili canlarla hiçbir bağı olmayan, onların ruhunu hissedemeyen bu insanlar, zaman zaman eziyet etmeye bile yeltenebiliyorlar. Sosyal medyada ve haberlerde bu acı örnekleri defalarca gördük, izledik, içimiz parçalanarak...
Oysa gönüllüler, yüreği sevgiyle atan, bir tas suyu, bir sıcak dokunuşu çok göremeyen bu canlara umut olabilecek insanlar. Barınaklara gönüllülerin katılması, belki her şeyi değiştirmez ama hiç değilse nefes almamızı sağlayacak kadar “kötünün iyisi” bir adımdır.Bu kararı sabırsızlıkla bekleyen nice Esinler , Nihaller, Yaseminler, Tilbeler, Figenler , Fatoşlar, Burçinler , Bülentler , Batular var!!!!!!!!!!
Bu dünyayı hep birlikte paylaştığımızı unutmadan, biraz vicdan, biraz anlayış, biraz da cesaret diliyorum herkese.
Hepimize mutlu, umutlu hafta sonları... Sağlıkla kalın, hoşça kalın.