Sevgili okurlarım, Hayatın bütün telaşı, bütün yorgunluğu içinde bazen durup düşünmek gerekir: Bizden sonra bu ülkenin sokaklarında kim koşacak?
Bahçelerde kim çiçek toplayacak, fabrikalarda kim çalışacak, sınıflarda kim ders dinleyecek? İşte tam burada, ülkemizi sessizce bekleyen bir tehlike var: Azalan çocuk sayısı, geciken evlilikler ve yaşlanan nüfus.
Bir zamanlar Türkiye, genç nüfusuyla övünürdü. Her evde birkaç çocuk olur, sokaklarda top oynayan, kahkaha atan çocukların sesinden geçilmezdi. Oysa şimdi tablo çok farklı. Türkiye’de doğurganlık hızı 2001 yılında 2,38 iken bugün 1,48’e düştü. Yani nüfusun kendini yenilemesi için gerekli olan 2,10’un çok altında. Bir başka deyişle, her geçen yıl ülkemiz biraz daha sessizleşiyor.
2007’de genç nüfus oranımız yüzde 17’ydi. Bugün bu oran 14,9’a geriledi. Ortanca yaşımız 34,4 oldu. Yani her geçen gün biraz daha yaşlanıyoruz. Belki rakamlar soğuk görünüyor ama aslında bize çok sıcak bir gerçeği anlatıyor: Yarınlarımız elimizden kayıp gidiyor.
Neden mi böyle oluyor? Çünkü gençler evlenmek istiyor ama ev kuracak gücü bulamıyor. Bir yandan yüksek kiralar, bir yandan hayat pahalılığı, öte yandan iş bulma kaygısı… Gençler “önce düzenimizi kuralım, sonra evlilik, sonra çocuk” diyor. Ama düzen bir türlü kurulmayınca evlilik de, çocuk da erteleniyor. Kadınlar iş hayatına atılmak istiyor, kendi ayaklarının üzerinde durmak istiyor ama çalışma şartları çocuk büyütmeyi zorlaştırıyor. Kısacası herkes çocuk istiyor, ama kimse cesaret edemiyor.
Bir anneyle konuşmuştum. Bana şöyle dedi: “Evladım, ben iki çocuk büyüttüm ama bugünkü şartlarda birini büyütmeye gücüm yetmezdi.” İşte bu söz, istatistiklerin arkasındaki acı gerçeğin özetidir. Çocuk artık bir zenginlik değil, bir lüks gibi görülmeye başlandı.
Ama sevgili okurlarım, çocuk sadece anne babanın değil, bütün bir ülkenin geleceğidir. Çocuk sayısı azaldıkça, yarın çalışacak genç de azalacak. Bugün iş gücü dediğimiz, üretimin can damarı olan o enerji, 30 yıl sonra çok zayıflayacak. O gün geldiğinde emeklilerin maaşını ödeyecek, fabrikaları çalıştıracak, asker olacak gençler bulamayacağız. Sokaklarımız yaşlılarla dolacak ama oyun oynayan çocukların sesi azalacak.
En az 30 yıl sonra bu mesele daha da derinleşecek ve çaresiz bir hal alacak. Çünkü demografi bir gün içinde değişmez. Bugün doğmayan çocuk, yarının eksik iş gücü, yarının boş sınıfları, yarının yaşlı bakım yükü demektir.
Peki ne yapmalı? Öncelikle gençlerimizin yükünü hafifletmeliyiz. Evlilik hayali kuran gençlere uygun konut imkânı sağlanmalı. Çocuk büyütmek isteyen ailelere ekonomik destek verilmeli. Kreşler erişilebilir ve uygun fiyatlı olmalı. Anneler iş hayatından kopmadan çocuk yetiştirebilmeli. Babalar çocuk bakımında daha çok sorumluluk almalı.
Bu mesele sadece nüfus artışı değil, aynı zamanda bir umut meselesi. Gençler geleceğe umutla bakmadıkça evlenmeye, yuva kurmaya, çocuk yetiştirmeye cesaret edemez. Bizim de görevimiz, o umudu yeniden vermek.
Bugün gözlerimizi kapatıp düşünelim: 20 yıl sonra Türkiye nasıl bir ülke olacak? Çocuk kahkahalarının azaldığı, okulların boşaldığı, yaşlıların çoğaldığı bir ülke mi? Yoksa gençlerin umutla büyüdüğü, ailelerin şen kahkahalarla dolup taştığı bir ülke mi?
Cevap aslında bizim elimizde. Eğer biz bugünden harekete geçmezsek, yarın için çok geç olabilir. Beşiklerin sesi azaldıkça geleceğimiz de sessizleşecek. Ama biz istersek, çocuklarımızla, ailelerimizle bu ülkenin yarınını yeniden güçlü kılabiliriz.
Unutmayalım: Çocuk yük değil, en büyük servettir. Ve bir ülkenin en güzel şarkısı, beşiklerin sallanma sesidir.
Bir sonraki hafta yine sizlerle hayata dair bir konuyla buluşabilmek dileklerimle.
Sevgiyle kalın.