İbrâhîm, içimdeki putları devir elindeki baltayla. Kırılan putların yerine yenilerini koyan kim?

Güneş, buzdan evimi yıktı.
Koca buzlar düştü,
putların boyunları kırıldı.
İbrâhîm,
güneşi evime sokan kim?

Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
Buhtunnasır put yaptı.
Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım,
güzeller bende kaldı.
İbrâhîm,
gönlümü put sanıp da kıran kim?

— Asaf Halet Çelebi —

Zamansızlık içinde, zaman kavramını yeşertmeye çalışıyor insanoğlu.
Yapılan bir ankette, ülkemizde halkın en mutlu olduğu yıl olarak 2011 seçilmiş. (Kaynak: Ipsos Türkiye “Mutluluk Araştırması”, 2020)
Peki şu an hangi iklimdeyiz? Asaf Halet’in bu dizeleriyle başladığım yazıda, içimde büyüyen şu soruya cevap arıyorum: Alevler içinde buz tutmuş, uçları sivri şekilde kalın duvarlardan sarkan kristaller gibi, mutluluk da kendi içinde alevsiz mi kaldı?
Geçenlerde izlediğim absürt bir komedi içeriğinde, bir dizi oyuncusu ayak parmaklarıyla sinek tutuyordu. Ve bu eylem, izleyiciler tarafından alkışlarla karşılandı. O kadar çok tebrik alıyordu ki, elinde kitap okumaya çalışan bir başka karakter rahatsız oldu — ama beyhude. Gözler sinekte bile değil, ayak parmaklarındaydı.
Sapiens kitabını okuyanlar hatırlayacaktır: İnsanlık, ne edebiyat ne de felsefe için yazıyı buldu. Aslında biz “homo sapiens”ler değil, “ilk düşünen insan”; yazıyı topraklarını, hayvanlarını, yani mülklerini tescil ettirmek için bulmuştu. İnsanın varoluşu, insanlığın tabletlerinde değil, tapu kayıtlarında kaldı sanki.
Gelelim bugüne.
“Coğrafya kaderdir” diyenlerin torunları, renkli diziler ya da hoplamalı zıplamalı yarışma programları arasında; yahut bir meşin yuvarlağın etrafında dönen hayatlarında, ellerindeki sosyal medyayla kendi “gerçeksizliklerini” tescilliyor.
O hâlde Homo Erectus’un ne suçu vardı?
Tabii dünyada yönetim erkinin, halkın kültürel yapısıyla ilgili kaygı duymasına da gerek yok. Bilgiden uzaklaşan bir toplum için mağara duvarındaki gölgeler, gün ışığı kadar gerçek görünür. Balığın kokusuyla doyanların, ete dokunmaya ihtiyacı yoktur zaten.
Garip zamanlardan geçiyoruz aslında.
Bu zamanlar bir gecekondu gibi değil; gece bile konmadan, Ankara’nın ortasına yapılan konut projeleri gibi herkesin retinasına kazınarak dikiliyor sanki. Biz de, Homo Sapiens’in Afrika’dan Asya’ya göçü gibi, arabesk bir diziden bol alkışlı bir yarışma programına göç ediyoruz işte.
Nietzsche, “üstün insan” kavramı üzerine düşünürken, öğle vakti çalışmanın önemini vurguluyordu.
Bilgi ve kudret, yine doğudan doğsun…
Nietzsche’nin “üstün insanı” bugün, gerçekliğini TikTok’ta sınarken; bizler hâlâ asma bahçelerinde güzeller arıyoruz.