Tesla’nın kitabını okuyorum bu aralar. Kahkaha attığım yerlerden biri şuydu: Küçük yaşta, annesinin kucağında kaderine sarılmış bir haldeyken, kendisine iki teyzesinden hangisinin daha güzel olduğu sorulmuş. Tesla da, yüzlerini dikkatle inceledikten sonra, “Bu teyzem, diğeri kadar çirkin değil” demiş. Kitabın ilerleyen satırlarında, bu zekâ kıvılcımının babasından geldiği yazıyordu.


Hayat, kaç tercihten ibarettir acaba? Veya biz bu devasa Samanyolu galaksisinde ne kadar yer kaplıyoruz? Population Reference Bureau tahminlerine göre, şimdiye kadar yaklaşık 120 milyar insan yaşamış ve ölmüş. Hepsinin hayalleri, zihinlerinden geçen kurdeleli umutları vardı. Kimi gerçekleştirdi, kimi uğruna savaştı, kimisi hayaline ulaşamayınca isyan etti. İnsanlık tarihinin değişen devirlerine rağmen değişmeyen tek şey: insanın kendisi.


Bu 120 milyar insanın da kendince kavgaları oldu. Kimi ağır taşlar altında ezildiğini düşündü, mobbing terimi daha ortada yokken bile onu yaşadı. Kimi Ay’a ilk adımı atan kişi olmadı diye hayal kırıklığına uğradı. Devirler değişti ama insan aynı kaldı: ihtiraslı, umutlu, yorgun, arayışta.
Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ını okuyorum bir yandan. Kitabın girişine tarihsel bir kronoloji konmuş. 1821’de Napoléon mide kanserinden öldü. 1823’te Fransa, İspanya’yı işgal etti. 1828’de Tolstoy doğdu. 1829’da Osmanlı-Rus savaşı bitti. Tüm bu tarihler gösteriyor ki insanlık çağlar boyu aynı soruların, arzuların ve hataların etrafında dönüp duruyor.


Geçen hafta arkadaşımın bir cümlesi aklımda kaldı: “Bunca icat neye yaradı ki? Neandertal gibi yaşasaydık daha mı az mutlu olurduk?” dedim ki: “Şu anda Neandertal gibi yaşayıp, milyonlar kazananlar da var!” Sessiz bir tebessümle karşılık verdi.
Entelektüel birikimi Ay’a adım atabilecek zekâda olanlar, şimdilerde düdüğü çalan bir ıslık yüzünden “arka sıralarda” oturabiliyor. Düdük, bilgiye tercih ediliyor çünkü. Ama neyse, bu soğuk sulardan sonbaharda fazla ıslanmadan çıkmak en iyisi.


Herakleitos’un dediği gibi, “her şey akar.” Ama akar da, neleri sürükler, neleri boğar; o tarafına pek az kişi bakar.
İşte bu yazı, Tesla’nın teyzeleriyle başlayan bir “seçim” yazısı. İki seçenekten birini seçmek, bazen bir hayatı belirler. Churchill’i izlediğim bir dizide hatırladım: yaşlı, hasta ve yorgun bir adam. Ama iktidardan çekilmiyor. Kraliçeye yalan söylüyor: “İyiyim.” Çünkü “ben yoksam bu ülke ne yapar?” diyor. Dizi bu, evet… Ama hayat da bazen bu kadar basit ve acımasızdır.


Tarihin içinde bir noktadayız. Geriye bunca ölü, bunca deneyim kaldı. Ama biz hâlâ Everest’e tırmanan bir dağcı gibiyiz. Yeter ki o tırmanışta uzuvlarımız donmasın. Ve en önemlisi, donduğundan habersiz olanlardan olmayalım.