“Partinin kitaplarında öne sürüldüğü gibi, partinin uçakları icat ettiği doğru değildi. Winston daha çocukken bile uçakların var olduğunu anımsayabiliyordu.
Ama hiçbir şeyi kanıtlamak mümkün değildi, ortada bir kanıt yoktu. Tarihsel bir olayın şaşmaz çizgisel çarpıtıldığını yalnız bir kez ele geçirebilmişti.” diye satırlar karşınıza çıkar George Orwell’in 1984 kitabını okursanız. Bu konuyla ilgili yazı yazmaya geçen hafta karar verdim diye düşünüyorum; çünkü dinlediğim sesli kitabın çektiğim fotoğrafı o tarihe denk geliyor. Bu cümle zihin kapılarımın birçok düşünsel kısmını çalıştırdı. Tarih, güçlü insanların o anki isteklerine göre yazılabiliyor aslında. Kimden dinlediğinin net önemi var. Bu satırların içinde küf tutmuş harfler bile bir gün gelecek, gerçekten doğruluğunu okuyanın kendi dağarcığında netleştirecek.
Öyle. Bu satırları, bina otomasyon sistemi kesin kabul için gittiğimiz Kütahya dönüşünde yazıyorum. Farklı bir yola girdik yanlışlıkla; dağ tepe dolaşırken birçok köyden geçtik. Düşündüm: Günümüz teknolojisinde bile buraya geç ulaşabilecek gerçeklik — çünkü telefonun çekmediği yerler var — çok yıllar önce hangi çarpıtmalarla geldi ve bilginin özünde hatalı ama tatminkâr bir gerçeklik oldu?
Coğrafya bilgiyi böyle çarpıtıyorsa, insan zihninin bunu yapması çok daha kolay. Bu düşüncelerin arasında yine iş dünyasıyla başlayacağım ya… Aslında iş dünyası değil, hayatla yine şunu düşündüm: Hepimiz kendine göre çok zekiyiz aslında. İstediğimize göre düşünme metotlarımız var. Yeri geliyor kendi çıkarlarımız için söylemleri, konuşmaları, hatta yazılı metinleri bile çarpıtabiliyoruz; mikrodan başlıyor yani tarihin akıl almaz tutulması.
Gerçeklik çoğu zaman sahibinin sesine göre biçim alan bir kukladır.
Hakikati belirleyen çoğu zaman doğruluk değil, kimin daha yüksek sesle konuştuğudur. Gerçeklik, bir yerlere tutulduğunda bilginin gözleri karanlığı görüyor sadece. İşte bizim de hayatımız tarihin sayfalarında bir gerçeklikse ve kendimizin büyüklüğü kadarsa biz de bir noktada kendimizde kitabın karakteri gibi yalanı yakalayabilir miyiz?
Küçük, büyük şirketler yönetiyoruz. Ailelerin birleştirici unsuru olmak için kararlar veriyoruz ve bu kararların ışığında ilerliyoruz. Derneklerimiz, kulüplerimiz var ya da bağlı olduğumuz, birilerine dokunmaya çalıştığımız, etkileşim içinde olduğumuz alanlar var. İşte bu alanlarda gerçeklik terazisini nasıl ayarlayabiliyoruz? Söylemleri ve tavırları farklı olan gerçeklik, berrak suyun üzerine bir şekilde çıkıyor aslında. Çarpıtma, büyük tarihsel olayların damdan düşmesi değil; bir kar topu gibi küçükten büyüğe ivmelenmesi aslında. Belki o an belli sebeplerden dolayı zamanın akışında “böyle demek bizim için daha doğru” olan çarpıtma, günün sonunda gerçekliğin kaymasına sebep olurken büyük mesafeler sonrası gerçeklik makası çok fazla açılacaktır.
Bir şirket sahibi tanıyorum. Yatırımlarını kendi şirketine kaydırmak için sessiz ve derinden ilerliyor bir şekilde; bence çok da doğru yapıyor. Bir şantiyede ayaküstü mutfak önünde konuştuk. “Birçok iş koluna yatırım yaptım. Teşvikle fabrika arsası aldım, oraya da fabrikamı kurdum. Şu an bir fabrika içinde birçok üretim yapıyoruz. Daha da büyüyeceğiz” diye söylerken, kadrosunun kaç kişi olduğunu sordum. “Kalabalık değiliz, küçük bir grupla büyük işler yapıyoruz. Gece gündüz mesaideyiz, eşlerinin yüzlerini unutanlar da var” dedi, kendine göre gururla bir gülüş patlatarak; “Sahip Olmak Ya da Olmak” diye iki varoluş arasında mekik dokuyan Erich Fromm gibi. Sonra “çocukların etkinliği var” dedi ve çıktı gitti, her gün yüzünü gördüğü evine! Şimdi oldu mu? İş kolların farklı ama personelin aynı. Çoğu da evlerini göremiyor ama sen kadrona yatırım yapmıyorsun. Bir mutfak önünde tarihini anlattın bana ama kendine göre bir şirket tarihi işte; bir de çalışanlarından dinlemek isteyeceğim bir tarih…
Olmadı bana göre. Türkiye’de Beş Sene kitabını Çanakkale’de aldım. Hatta son kitaptı vitrinde; aldıktan sonra bir başka sevdim bu kitabı. Sadece benim hissi var işte bizde… Neyse. Kitapta, yabancı asker olarak Osmanlı Ordu Komutanlığı’nı yapan Liman von Sanders, tarihsel olayları yazmış. Bilinenle yazılanın farklı olduğunu okudukça daha derinden anlıyorum.
Çünkü güç neredeyse, gerçeklik de orada yazılır.
Bu, bir fabrika sahibinden, o zamanki tabiriyle Liman Paşa’ya kadar aynı işte