Sevgili okur, sabah 05.30 ve ben bu yazıyı kaleme alıyorum. Başka bir konuda yazma niyetim vardı; ancak 2025 yılına veda ettiğimiz bugünlerde eski yılda neler yaptığımızın muhasebesini yapmak istiyorum. Öğreti, bana göre yeni yılda değil, eski yılın düşümünde saklı.

Bir kitaptan not almışım: Meritokrasi paragrafı. Paragrafta meritokrasinin, yetenek ve bireysel üstünlüğe —yani liyakata— dayandığı yönetim biçiminden söz ediliyor. Liyakat her bandonun şefi olmalı; buna hiçbir şüphe yok. Liyakat yok olduğunda ortaya çıkan hezeyanları hepimiz izliyoruz. Fakat yazının konusu, kendi dünyamızın liyakati.

Bu yıl kendi dünyamızda liyakat sahibi olabildik mi, bunu düşünmek istiyorum sizinle birlikte. Yıla başlarken hayallerimiz vardı, benim de bir sürü ışıklı hayalim vardı. Bu hayalleri nasıl bir liyakat zeminine oturtarak hayata geçirdik acaba? İzlediğim bir içerikte konuşmacı şöyle demişti: “18 yaşından sonra yaptığım her şeyden tek sorumlu benim.” Ağır bir cümleydi. “Nasıl tek sorumlu ben olabilirim?” diye düşündüm. Ölüm gibi hayatın en büyük gerçeğini kenara koyduğunu varsayarak şöyle devam ediyordu:
“Kaza mı yaptın? Şehir içinde sabah işe giderken trafiğe çıkıyorsan, kaza yapma ihtimalini kendi iradenle harekete geçiriyorsundur. Kaza da oluyorsa bunun tek sorumlusu sensindir.”

İlk bakışta saçma gelse de derinlemesine analiz edildiğinde düşünce yolumuza aydınlık tutabilir.

Peki insan, kendi zihninde liyakat devrimine ışık tutmayan hücrelerini nasıl yenilemeli sizce? Yenilemeden, eski benlikle yeni dünyaya ayak uydurmak mümkün mü? 2025 yılının başında neler dilediğimizi hatırlayalım. Nelerin bizimle olmasını istedik ve yıl sonuna doğru neleri kaybettik? Bu günlerde bir muhasebe yaparken, kendimizi haklı, diğer herkesi hatalı görmeden tartarsak bana göre sonuç gerçeğe daha uygun çıkar.

2025 yılında, Türkiye’de yaşayan biz homo sapiensler için takvim atmak kolay olmadı. Değişen gündemin anlık ritmine ayak uydurmanın cambazlığı bir tarafta; daralan ekonomik sistemin tokatlarına karşı diğer yanağımızı çevirmek zorunda kaldık, bu da gerçek. “Bu da geçecek” kitabındaki hikâyelere sımsıkı sarılarak günlerin birden güneşli olmasını beklemek, dünyanın bugünkü atmosferiyle çelişiyor. Bu tersliği ben de biliyorum; peki ne yapacağız? Bana göre her hücremizi mevcut şartlara hazırlamak için liyakat nehrinde kendimizi yıkamamız gerekecek. Çünkü değiştirebileceğimiz tek şey biziz.

Zor bir varsayım, kabul. Ama gerçeklik bana göre burada gizli. Çoğu insan —buna kendimi de dâhil edebilirim— yıl içinde muhasebe yapmadan yeni yılın avansını çekmek istiyor. Hesabı kapatmadan, üzerine düşünmeden yeni bir yıl için umut dolmak istiyoruz. Senelerce yapılan hatalara yaslanarak yeni şeylerin daha canlı gelmesini beklemek ise tuhaf bir yanılgı. Oysa bir ağacın yaşaması için her yıl budanması, tazelenmesi gerektiğini biliyoruz.

Ne yapacağız peki? Liyakat, işte burada devreye giriyor: kendimizi yenilemek. Bu yenilenme kolay olmayacak — ama başka yol yok. Birçok yerde paylaştım, burada da paylaşayım: “Robin Sharma – Sabah 5 Kulübü.”

Yeni yılda mutlaka okunmalı. Bir kitap mı bizi değiştirecek? Hayır. Ama insanlar yaşadıkları gerçekliği ve tecrübeleri sana çok makul bir fiyata ödünç veriyor; sen de onlardan öğreti çıkarıyorsun. Üstelik süslü laflarla değil, gerçekliğin içeriden kurduğu cümlelerle. İzlediğim bir dizide ülkenin başbakanı için “demir leydi” diyorlardı; insani duygulardan yoksun, halka makine gibi davranan biri. Bir yönetim tarzı, evet; kimi zaman ağır. Ama püf noktası şu: bir şekilde gerçekçi olmak.

Bu hafta sonu derneğimizle Ankara One Tower’da iki gün etkinlik yaptık. Amaç, depremden etkilenen bölgelere dokunmaktı. Geçen yıl yine bu etkinliğin geliriyle Hatay’da bir okulda bilim sınıfı kurduk. Bu yıl da çalıştık. Hepimiz hafta sonu sabah erken uyandık, kendi dertlerimizi askıya aldık, her işte çalıştık. Aramızda hayat öncülerimiz vardı; 70 yaş üstü dostlarımız hastalıklarına rağmen geldi ve o yardım şenliğinde meşale oldu. Günün sonunda fotoğraflarda emek kokan anlar kaldı. Düşündüm: o saatte insan her şeyi yapabilirdi, ama bizler kendimizi liyakatla yenilemeyi seçtik.

Tam burada kendime de, size de kaçacak yer bırakmayan bir hükmü not etmek istiyorum:

Yeni yıldan beklentin ne olursa olsun, önce şunu kabul etmen gerekiyor: Bu yıl kandırdığın kişi başkası değil, sendin. Yapmadıklarını bahanelere, gerçekleştiremediklerini koşullara, eksiklerini başkalarının hatalarına bağlama alışkanlığın seni bu hâle getirdi. Kendini yenilemek bir dilek değil, bir bedeldir. Ödemezsen değişmezsin. Bu yüzden 2026’ya girmek değil, 2025’ten çıkmak zordur; çünkü yıl bitmez, sen bitmemiş işlerinin altında kalırsın.

Ryan Hreljac’ın hikâyesini kaynaklardan derlenmiş şekliyle aktarayım:
Öğretmeni sınıfta Afrika’daki çocukların yaşam koşullarını anlatmıştı. Ryan’ın içi burkuldu; çünkü o sadece mutfağa gidip musluğu açarak su içebiliyordu. Eve koştu, annesine “Afrikalı çocuklara bir kuyu hediye etmek istiyorum, 70 dolara ihtiyacım var” dedi. Annesi ona parayı kazanması gerektiğini söyledi. Ryan çalıştı ve 70 doları topladı ama WaterCan’dan öğrendi ki gerçek kuyu maliyeti 2.000 dolardı. Hayal kırıklığına kapılmadı; “O parayı da biriktiririm” dedi. Kardeşleri, komşuları ve arkadaşları el birliğiyle destek oldu. Sonunda para toplandı ve 1999 yılında Uganda’nın kuzeyindeki Angolo köyünde ilk kuyu açıldı.

Bir yıl sonra Ryan köye gittiğinde yüzlerce kişi adını bağırıyordu. “Adımı nereden biliyorlar?” diye sordu. Rehber gülümsedi: “Buradan yüz kilometre uzaklıkta yaşayan herkes seni tanıyor.”

Biz geçen yıl belirsizlik içinde yaptığımız etkinlikle Hatay’a bilim sınıfı kazandırdık; Ryan ise kararlılığıyla adını bir coğrafyaya kazıdı.

Geldik yazının sonuna. Sene bitiyor.

2026’da nasıl olacağımıza bir piyango bileti alarak değil, kendimize yatırım yaparak; liyakatlı ve dürüst kalarak karar vereceğiz.