İskenderun ve civarında geçirdiğimiz Kurban Bayramı ve kavurucu sıcaklarla işkenceye dönüşen 15 günlük tatilimizi tamamlayıp, Ankara’ya döndük. Normalleşme ve Yumuşama tartışmalarını, erken seçim söylentilerini, uzaktan da olsa izledik. Ekonomik krizin sıkıntılarını, yaklaşan Temmuz ayında yaşanacak zamların yansımalarını, her an üzerimizde hissettik.
Suriye ile barışma ve eskisi gibi komşu olma girişimlerini, ‘Katil Eset’ ile yeniden ‘Kardeşim Esad’ günlerine dönüş çabalarını, ilgiyle takip ettik.
Ortadoğu’daki kaynaşmalar; İsrail’in, Gazze’den sonra Hizbullah’ın üssü Lübnan’a sadırıları... Üçüncü Dünya Savaşı endişeleri... Rusya lideri Putin’in Kuzey Kore lideri Kim Jong ile buluşmaları... Batı Dünyası’ndaki siyasal ve politik gelişmeler, Dünyamız bir ‘Nükleer Savaş’a mı sürükleniyor? söylentileri...
Gündemdeki konular, ana hatlarıyla böyleydi, ancak, şu Suriye ile Esad konusu var ya!.. Son on yılı aşkın devam eden komşumuzdaki insanlık dışı savaşın karanlığında boğuluyor insan.Madem komşumuz Suriye’nin toprak bütünlüğünde gözümüz yoktu, madem Suriye’de yaşanacak iç savaştan bir beklentimiz yoktu, madem Esad’la da Suriye halkı ile de kardeşlik ilişkileri içerisindeydik!..
Ne diye bu savaşa müdahil olduk? Neden yüzbinlece insanın ölümüne, milyonlarca Suriyeli’nin ülkemize dolmasına yol açan, tüm coğrafyamızı cehenneme çeviren felaketi yaşamak zorunda kaldık?..
Ak Parti iktidarının iç politikada da dış politikada da bitmek bilmeyen hatalarının sıkıntılarını, tüm komşularımızla birlikte kahrolarak yaşamıyor muyuz?..
İtiraz edenlere, “Sen aklını kendine sakla, ne yapacağımızı biz biliriz” tehditleri ile hatta daha da sertleşerek, siyasileri, gazeteci, yazar ve akademisyenleri vatan haini, terörist ilan ederek, hapislere doldurarak, ülkemizden kaçmak zorunda bırakarak, susturarak, bir yerlere varabildik mi?..
İflas eden Suriye poitikamızı Mısır’da da görmedik mi?.. Katil Sisi, darbeci Sisi diye yıllarca bas bas bağırıp sonunda gidip Sisi ile de yeniden kucaklaşmadık mı?..
Libya lideri kardeşimiz Kaddafi’nin feci sonunun hazırlanmasında hatalarımız olmadı mı?.. Suudi Arabistanla, hatta Rusya ile de zaman zaman ipleri kopartıp, sonrasında yeniden barışmadık mı?..
“Bir gece ansızın gelebiliriz” diye tehditler yağdırdığımız komşumuz Yunanistan’a bir yıl aradan sonra gidip Miçotakis ile kucaklaşmadık mı?..
Halen Filistin’de devam eden Savaş’ta, zikzaklar çizerek sürdürdüğümüz politikalarımız, nerelere evrilecek, nasıl sıkıntılara yol açacaktır, görebiliyor muyuz?..
Atalarımız “Bakacağın yüze tükürme, tükürdüğün yüze bakma” demiş ama, sanki hiç ders almamışız, önümüze gelene esip gürlüyoruz, sonra da gidip kucaklaşıyoruz.
Bu satırları karaladığım 1 Temmuz günü, Ankara’da çok önemli iki duruşma vardı; birincisi, siyasal bir cinayete kurban gittiği öne sürülen Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı Sinan Ateş davası idi ve Sincan’da gün boyu devam etti. İkincisi ise karanlık tarihimizde hiç bir zaman unutamayacağımız Gar Katliamı davası... Bu davalar devam edecek, ancak, yine aynı gün sosyal medyaya duyulmaya başlayan Suriye ile ilgili gelişmeler daha da dehşet verici...
Kayseri’de beş yaşındaki çocuğu taciz eden ve arkasından Suriyeli sığınmacıların yoğun olduğu Kayseri, Gaziantep, Hatay, Bursa, İstanbul gibi bir çok ilde Suriyelilere karşı başlatılan halk hareketleri, son derece ürkütücüydü... Asıl korkutan ise Suriye’nin El Bab ve İdlip gibi bölgelerinde Türk bayraklarına yapılan saldırılar, yerel terör örgütleri tarafından bayraklarımızın gönderden indirilmesi ve yakılması, aynı sıralarda bu bölgelere yük götüren Türk tırları ve kamyonlarına, hatta sivil araçlara yapılan taşlı sopalı saldırılar, son derece kaygı vericidir.
İçerisinden geçmekte olduğumuz bitmek bilmeyen sosyal, siyasal, ekonomik, hatta bilimsel sıkıntılardan kurtulabilmemiz için; ülke meseleleri ile ilgilenen siyasetçi, gazeteci, yazar, akademisyen herkes görüşlerini belirtmekte ve yazmakta özgür bırakılmalıdır, Devletimiz, toplumsal mutabakatla, ortak akılla yönetilmelidir, tek adamın aklına ve iradesine terk edilmemelidir.