Kime, kimlere ve neden direniyor Karadeniz?

Kendi insanına, ziyaretçilerine direniyor Karadeniz.

Karadeniz’in nesi direniyor, insanları mı, hayvanları mı, toprağı  mı, suyu mu, havası mı, yoksa hepsi mi?

Karadeniz’in toprağı, suyu, havası ve hayvanları direniyor, hem de hemen hemen hiçbir insan desteği olmadan. Elbette çok az sayıdaki duyarlı insanları da direniyor.

Çocukluğumun geçtiği, sorunlarına ve karşıtlarına karşın Cumhuriyet’in güzelliklerini ilk yaşadığım Karadeniz Bölgesinin, yerin üstündeki cennetlerden olduğuna inanırım.

İkinci Dünya Savaşı’nın ortalarında, Rize’nin Pazar ilçesinin Apso (Suçatı)  köyünde, Fatma (Fati)-Tahsin Sümer çiftinden doğan 9 kardeşin yaşça en büyüğüyüm. Doğduğumda,  akıl ve vicdandan yoksun silahlı güçlerin çıkardığı en kanlı ve en utanç verici savaşlardan  birisi olan 2. Dünya Savaşı’nda, ülkemin dışında, çocuk, kadın, erkek, engelli, hasta demeden insanlar öldürülüyordu, doğa ve hayvanlar katlediliyordu.

Türkiye, bu savaşa girmedi, ne onurlu bir karar. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü başta olmak üzere o yıllarda Türkiye’yi yönetenleri, onurla anıyor, sessizce alkışlıyorum.

Neden direniyor Karadeniz?

Yazımda, kendi insanına, barındırdığı, doyurduğu ve yaşattığı insanına karşı direnen Karadeniz’den  söz ediyorum. Aslında, keşke direnen salt Karadeniz olsa. Çok iyi biliyorum ki, Dünya direniyor, Türkiye’nin her bölgesi, her ili, her içesi, her beldesi, her köyü, her mahallesi, her caddesi, her sokağı direniyor, üstünde yaşayan insanına karşı. Çünkü, insan yaşadığı, çalıştığı ve öğrenim gördüğü her yeri küllük ve çöplük haline getirmiş, kirletmiş  durumda.

Bu ayıpların ve çirkinliklerin bir yanı daha var. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı,  Tarım ve Orman Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere tüm kamu yönetimlerinin, yerel yönetimlerin (Valilikler-Kaymakamlıklar-Belediye Başkanlıkları-muhtarlıklar) ülkemizin küllük ve çöplük olmasına karşı yaklaşımları ve yetersizlikleri.

Sporda demokrasi, gençlik ve şiddetsiz Türkiye hedefine katkıda bulunabilmek amacıyla 50 yılı aşan gönüllü çalışmalarım sırasında üzülerek yaşadım ülkemin çöplük ve küllük haline getirilişini, kirletilişini.

Geçtiğimiz hafta, 5 gün, doğduğum topraklarda, Apso köyünde idim. Çay bahçeleri, yollar, dere ve deniz kenarları, uzun yıllar doğaya karışamayacak, karıştığında üstünde veya altında yaşayan canlıları olumsuz etkiyecek çeşitli çöplerle dolu. Neler yok ki. Cam, metal, plastik, kağıttan üretilmiş kaplar, poşetler, torbalar, eşyalar,  yiyecek ve içecek artıkları, sigara izmaritleri, sigara paketleri.

Olması gerekenden çok çok fazla  dikilen çayların ve çay tarımı ile ilgili işlemlerin toprağa, suya ve havaya verdiği zararları anlatmaya kalksam Sonsöz Gazetesi’nin tüm sayfaları yetmez.

Yürüyerek gittiğim yerlerden, çay bahçelerinden, yollardan, su kenarlarından çöp toplarken  çok üzüldüm, çok utandım. Temizlediğim yerleri, aylar veya bir yıl sonra daha da kirli görmek kadar  beni üzen bir neden daha var.

Kirletenler suçlu elbette, ancak kirliliğe karşı çıkmayanlar, çöplerin yanında oturup sohbet edenler, kirliliği görmeyenler veya sadece izleyenler için ne yazmalıyım?

Karadeniz’in, düzelteyim Türkiye’nin doğası, yaylaları, toprağı, suyu, hayvanları  insandan kaynaklanan tehlikeler altında. Yine de tüm canlılar direniyor. Toprak, su ve hava ürün veriyor, yaşamı canlı tutuyor.

Madencilik veya diğer nedenlerle dağları, ormanları, tarım alanlarını, meraları katledenlere karşı doğanın gösterdiği bir başka direniş örneğini vermek isterim, yine doğduğum ve büyüdüğüm topraklardan.

Apso köyünün karşısında çocukluğumuzdan beri Mciğa Dağı olarak bildiğimiz oldukça yüksek, çok geniş ve ormanlık bir tepe var. Uzun yıllar önce Mciğa Dağı’nın adı “Ciha” diye değiştirildi. Benim için o her zaman  “Mciğa Dağı” olarak kalacak.

Mciğa Dağı’nın Apso Köyüne bakan tarafının büyük bir bölümü, taş çıkarmak amacıyla, çok uzun yıllar önce adeta oyulmuştu. Yeşil ormanın bir bölümü yok edilince orada yaşayan hayvanların sesleri artık duyulmaz olmuştu. Göçtüler mi, öldüler mi, bilmiyorum.

Mciğa Dağı, insan şiddetine karşı direndi, yıkılmadı, yok olmadı. Kayalıklarını, yine yeşilliklerle, ağaçlarla farklı bir şekilde canlandırmaya başladı, insan desteği olmadan. Ne zaman gitsem, direnişin güçlendiğini, yeşilliklerin genişlediğini, kayalıkların ve toprağın yeşil örtülerle buluştuğunu, bir başka güzelleştiğini görüyorum.

Güzel insanlar, hayvanlar ve doğa, güzel olmayan insan şiddetine karşı direnişini her zaman sürdürecek, bu böyle bilinsin.

Bir gün gelecek, kirlilik, silah, savaş, şiddet kalmayacak, melekleşmiş kadınların ve erkeklerin dayanışması ile Türkiye ve Dünya, her zaman belirttiğim gibi yerin üstündeki gerçek cennet olacak.

Haydi, melekleşmiş insanlar, her yerde ve her zaman, umutla, gururla ve kadın-erkek birlikte, haydi…