Türkiye 1947 tarihinde üye olmasından sonra IMF ile 19 farklı Stand-by anlaşması yapmıştır. Bu anlaşmaları elbette...
Türkiye 1947 tarihinde üye olmasından sonra IMF ile 19 farklı Stand-by anlaşması yapmıştır. Bu anlaşmaları elbette hiçbir hükümet keyfinden güle oynaya yapmamıştı, ekonomi popülist politikacılar tarafından kötü yönetilince, Türkiye bir döviz ve dış borç ödeme krizine girmiş en nihayetinde bu ödeme krizini aşacak kaynak elde etmek için anlaşma yapmak zorunda kalınmıştı.
IMF sonuçta sürdürülemez dış açıkları sürdürülebilir bir hale getirebilmek için üye ülkelere kaynak sağlamaktadır.
IMF bu finansal kaynakları elbette koşulsuz olarak kullandırmaz. Belirli bir geri ödeme planı ve takvimi üzerinde anlaşılır ve destek almak isteyen ülkenin uyguladığı yanlış ekonomik politikaları gözden geçirmesi, çoğu kez halk arasında “kemerleri sıkma” yahut da “acı reçete” olarak da adlandırılan halkın refahını düşürecek, halka yönelik harcamaları azaltacak, mali fedakârlıklara katlanmasını gerektirecek parasal önlemleri alması istenir.
IMF tarafından yazılan bu reçeteler çoğunlukla popülist iktidarların rasyonel akla ve bilime aykırı ekonomi politikalarına eleştiri getirdiği, iktidarlara diledikleri gibi popülist harcamalar yapma imkânı tanımadığı, adeta iktidarların hatalarını ortaya çıkarıp, yüzlerine vurduğu için IMF politikacılar tarafından çok eleştirilir.
Oysa öncelikle eleştirilmesi gereken IMF değil, saçma sapan popülist ekonomik politikalar ile ülkelerin kaynaklarını heba eden, ülkeleri ödeme krizine sokan politikacılardır.
IMF tarafından belirlenen önlemler esasında daima ülkeye borç verenlerin borcu geri almasını sağlamaya yönelik olarak planlanır, toplam talebi kısacak, sonuçta bütçe açığını kapatacak ve ödemeler dengesini düzeltecek nitelikte olur.
Toplam talebi kısacak düzenlemeler daraltıcı yani sıkı maliye ve para politikalarını içerir. Piyasa mekanizmalarını geliştirecek önlemler ise devlet müdahalelerini en aza indirecek politikaları içerir. Tüketici ve üretici teşvikleri gibi fiyat müdahaleleri engellenir. Uluslararası ticarette kotalar vb. sınırlamalar kaldırılır.
IMF ile son anlaşma dönemin AKP hükümeti tarafından 26 Nisan 2005 tarihinde yapılmıştır. Gönderilen Niyet Mektubu’nda, IMF’nin mali desteğinden çıkmaya hazırlık olarak ve dış şoklara karşı dayanıklılığını artırmak için uluslararası rezerv pozisyonunun güçlendirileceği taahhüt edilmişti.
Türkiye ekonomisinin, AB’ye uyum sağlamasının temel hedef olarak vurgulandığı niyet mektubunda, program sürecinde, düşük enflasyon, güçlü ve sürdürülebilir büyüme ile istihdamın artırılmasının hedeflendiği ifade edilerek izlenecek politikalar belirlenmiştir. Bu politikalar şöyle sıralanabilir:
Cari işlemler açığının 2005 yılında GSMH’nın yüzde 4,5’ine, programın geri kalan yıllarında yüzde 3’e düşürülmesi hedeflenmişti.
Enflasyonun tek hanelere düşürülmesi ve AB standartlarına indirilmesi çabasının, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı korunarak, mali disiplin sağlanarak gerçekleştirileceği taahhüt edilmişti.
Ekonomide sürdürülebilir büyüme sağlamanın yanı sıra üç yılda milli gelirde ortalama büyüme hedefi yüzde 5 olarak belirtilirken istihdam politikası da, büyümeye paralel olarak üç yılda 1 milyon 650 bin kişilik istihdam artışı hedeflenmişti.
Stand-by düzenlemesi sürecinde, sıkı kamu maliye politikasına devam edileceği, borçların azaltılacağı, program sonuna kadar da, GSMH’nin yüzde 6,5’i oranındaki faiz dışı fazla oranı hedefinin devam ettirileceği, net kamu borç stokunun da, program sonuna kadar GSMH’nin yüzde 5’ine indirilmesinin hedeflendiği ifade edilmişti.
Vergi reformu yapılacak, vergi sistemi basitleştirilerek vergi gelirleri arttırılacaktı.
Vergiye tabi gelir dilimi sayısı azaltılacak. “Gider indirimi” sistemi yeniden şekillendirilecekti.
Maktu vergiler ve KİT fiyatları en az enflasyon oranında artırılacaktı.
İl özel idareleri ve belediyelerin borç stoku yıllık gelirlerini aşmamalı ve büyük şehir belediyelerinin borç stoku ise yıllık gelirlerinin 1,5 katı ile sınırlandırılacaktı. Belediyelerin borç geri ödemeleri genel bütçe vergi gelirlerinden ayrılacak paylardan yapılacak kesintilerle güvence altına alınacaktı.
SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı açıklarına, GSMH’nin yüzde 4,5’i oranında tavan konulacaktı.
Sosyal güvenlik reformu, prim tabanının değiştirilmesi ve emeklilik yaşının ayarlanması ile 10 yıllık sürede GSMH’nin yüzde 1’i düzeyinde tasarruf yapılacaktı.
Sağlıktaki reformların getirebileceği olası maliyet için telafi edici mali tedbirler alınacaktı.
Özelleştirmelere hız verilecek, özelleştirme gelirleri arttırılacaktı.
Kamu bankaları için özelleştirme stratejisi Haziran 2005’e kadar kabul edilecekti. Sonuç olarak Türkiye’nin IMF ile yaptığı 19. stand-by anlaşması 11 gözden geçirmeyle tamamlanmıştır…
Bu son anlaşma tamamlanıp IMF’den alınan borcun ödemesi bittiği halde uzunca bir zaman boyunca AKP iktidarının “acı reçete” olarak da tanımlanan klasik IMF reçetelerini uygulayarak; talebi daraltıcı önlemler aldığını, vergileri yükselttiğini, ücret ve harcamaları düşürdüğünü, yatırımları azalttığını, kurları yükselterek ithalatı düşürmeye, ihracatı arttırmaya çalıştığını görmüştük.
Sonra bu politikalar yerini Heteredoks olarak adlandırılan akla mantığa ve ekonomi bilimine aykırı irasyonel politikalara bıraktı ve olan oldu kurlar, enflasyon, dış ticaret ve bütçe açığı patladı, rezervler ise eksiye düştü.
IMF’siz IMF politikaları uygulamaya çalışan AKP’nin gözden ırak tuttuğu, dikkatlerden kaçırdığı çok önemli bir husus vardır ve o da; IMF sadece reçete yazmaz, asıl önemlisi IMF para verir, düşük faizli, uzun vadeli kredi açarak ülkenin likidite sorununu ve ödeme güçlüğünü ortadan kaldırır.
Bizim ülkemizde iktidar devamlı olarak IMF’yi eleştirir, IMF’ye olan borcu nasıl kapattıklarını anlatarak övünür durur. Oysa bu gün Türkiye hala çok büyük bir miktarda dış ticaret açığı ve bunun sonucunda cari açık vermektedir, sonuçta ithalata devam edebilmek eski borçların anaparasını ve faizlerini ödeyebilmek, temerrüde düşerek bir ödeme krizine girmemek için büyük miktarda döviz borcu bulmak zorundadır.
IMF borcunu kapatmakla durmaksızın övünen iktidar elbette Londra bankerlerinden, Arap şeyhlerinden ya da Rus oligarklardan nasıl fahiş faizle borç aldıklarını ise hiç anlatmamaktadır.
Mehmet Şimşek’in ekonominin dümenine geçmesi ile bu gün görünen tablo artık istikamet’in kaçınılmaz olarak IMF’ye doğru olduğunu göstermektedir.