Güneşin ufukta batışı şairlerin, aşk acısı yaşayanların, gurbette olanların, özlem içinde olanların duygulanma saati gibidir. Nerede...

Güneşin ufukta batışı şairlerin, aşk acısı yaşayanların, gurbette olanların, özlem içinde olanların duygulanma saati gibidir. Nerede olunursa olunsun; deniz kıyısı, dağ başı, şehrin beton balkonu veya o şehrin kıstırılmış avluları içindeki üç beş ağaçlık parkları olsun, o saate gökyüzüne bakmak yeterlidir hüzünlenmek için.

O kızıl ufuk sizi duygu sağanağı altında bırakır, buna bir diyeceğim yok. Elbette bizim de böyle anları deneyimlemişliğimiz vardı ve hatta ağlayarak çokça bakmışızdır kızıl ufka ” Beni de sar tüllenen kızıllığına” diye. Ağlamak duygulanmak öyle zamanlarda hiç yadırganmaz, hatta hıçkırıklara boğulmana dikkat bile edilmez ama öyle bir saate denk gelmemişsen, güneş tam tepedeyken, ufukta romantik bir kızıl ufuk yoksa, hem de sıcak ve bunaltıcı bir gündeysen, ağlaman hiç de normal karşılanmaz. Ağlamaktan bile sayılmaz, ne o öyle gün öğle vakti ve sen ağlayacaksın ! Ya da şöyle sorayım gündüz vakti her yer ışıl ışılken siz hiç bir çigan müziğinde ağladınız mı? Hem de hıçkıra hıçkıra.

Bakın size ne anlatacağım: Bir çay bahçesinin az biraz köhne yerinde kitap okumaya çalışırken, bahçede oturanların duyabileceği kadar kısık bir sesle radyodan bir şarkı yükseldi. Oynak, kıvrak, zil seslerinin süslediği bir tını bahçeyi şöyle bir dolaştı ve geldi tam yüreğimin üstüne bağdaş kurup oturdu. Bir kadın sesi, çatlak, eğitimsiz, gırtlağı yırtarcasına bir nağme tutturdu. Bir ara bağrıma bir dağ çöktü sandım, nefes almam zorlandı. Ellerim gayriihtiyari kitabın sayfasını kapattı, başım göğsüme düştü, sonra bağrıma bağdaş kuran o her ne ise, bağırmadan, çağırmadan gitmeyeceğini haykırdı içime. Beni baya da ikna etmişti ki, hıçkırığım devreye girdi. Bir ağlama nöbeti ki; neye, neden, niçin ağladığımı bilmeden ve üstelik kızıl ufukta yok, öğle sıcağında bir çay bahçesinin köşesinde, kim inanır hüzünlendiğime. Bir de oynak mı oynak bir şarkının oyun havasına!

Hüzünlendim işte; bir çigan müziği çarptı, bir çingene kadının çatlak feryat feryada söylediği şarkı çarptı! Ağlama ki; ne ben tarifini yapabilir, ne siz anlayabilirsiniz. Gözyaşım basbaya gözlerimden fışkırıyor. Aşağıya süzülse yakalayıp sileceğim ama her yerden fışkırdığından bıraktım kendi haline, hücrelerim bile ağlar vaziyette, oynak kıvrak çingene şarkısına ağladım dakikalarca.

Şarkı bitti. Ben çağlayanlardan aşağıya kaymış, denizin durgunluğuna ulaşmış kadar sakin ve rahat.

O gün anladım ki; kızıl ufka bakıp ağlamak kolay. Ağlayabiliyor musun bir çingene müziğinin kıvrak oynak nağmelerinde? İşte çıldırmanın, farkı yakalamanın, hayatın tınısının size dokunduğunun ispatıdır.

O günden sonra; şen şakrak görülen çingenelerinin hüzünlerini nasıl ve nereye sakladıklarını öğrendim. Beni niye, kimin ağlattığını fark ettim. Gözyaşlarını en kıvrak nağmelerinin kıvrımlarına ustaca saklıyorlar.

En çok gülen, gülümsemesi en sıcak olanın hüznü, yürek acısı daha derin diye duymuştum. Şimdi şahidim, onlar, o yürek yangınlarını gözyaşlarıyla söndürmeye çalışıyorlar. Ve ağlamak için kızıl ufka bakmıyorum artık, bir çingene müziğinin nağmelerine bırakıyorum kendimi.

Deli değilim farkındayım hepsi bu… Esen kalınız