Toprak, su, hava, insanlar, hayvanlar, küçük, büyük bitkiler ve cansız diye bilinen, ancak benim canlı olduklarına inandığım diğer varlıklar. Evet, bence tüm varlıklar canlı, ağaç, ot, taş, kaya, kuru odun, yanmış, küle dönmüş ne varsa. Her varlığın, ömrünü sağlıklı bir şekilde yaşayabileceği kaynakları ile kusursuz bir döngü.
Dünya’yı, uzaydaki tüm gezegenleri ve varsa bilemediğimiz uzaklıkları böyle algılıyorum.
Kusursuz döngüdeki ana yurdumuz Dünya ve elbette Türkiye toprakları.
Kusursuz döngünün kusurları olabilir mi? Döngüde kusur yok. Ancak var. Dünya’nın kusurları değil, insan soyunun kusurları. Akıl almaz şiddet türlerinin üreticisi olan insan türünde kusur.
“Işığın Hasadı ve 4 Soğan”, 11 Mart 2025 günkü yazımın başlığı idi. Yazıda, tarladaki soğanın, tüketiciye gelene kadar, kimlere ve ne kadar kazandırdığını, kimlerin neler yaşadığını, nelere ve neden katlandığını anlatan “Işığın Hasadı” isimli belgeseli ve belgesel gösteriminden hemen sonra, Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi’nce düzenlenen “BAKIM EMEĞİ VE KADIN” konulu söyleşiyi paylaşmıştım. Ankara Barosu, 8 Mart 2025 tarihinde, Dünya Kadın Hakları Gününde, “Gerçek İnsanlık Tarihi” için bir fidan daha dikti, bir ışık daha yaktı, umudun okyanusuna bir damla daha kattı.
Toprak ve su ürünlerinin, üreticiden tüketiciye ulaşmasına kadar yaşanan süreçte insan türü adaleti sağlayabilmiş değil. Bilimsel gelişmelere karşın, insandan kaynaklanan adaletsizliğin, tüm varlıklara yönelik şiddet etkisi giderek artıyor. Oysa, uygarlık dediğimiz gelişmeler, insan soyunun yoksulluk ve yoksunluk içinde değil, birlikte, sağlıklı, güvende ve mutlu yaşamak isteğini ve başarısını artırabilmeliydi. Hayalimizdeki insanlık anlayışı yüreklere ekilebilseydi, tüm varlıkların sevgi ve dostluk içinde yaşamasını sağlayabilseydi. Dünya, yerin üstündeki gerçek cennet olabilirdi.
İnsan soyu, toprak, su ve havayı koruyarak, temiz tutarak, beslenmek, yaşamak ve yaşatmak için gerekli ürünleri yetiştireceğine, ağır silahlar, savaşlar, silahlı çatışmalar ve israf düzeyine varan tüketim çılgınlığı ile Dünya’yı hızla kirletiyor. İnsan soyu derken tüm insanları kastetmiyorum elbette.
Işığın Hasadı Belgeseli soğan odaklı. Ancak, patates, domates, arpa, buğday, üzüm, pamuk, sebze ve diğer toprak ürünlerinde de benzer sorunların yaşandığını biliyoruz.
Evimize giren bu ürünlerde, kadın veya erkek, çok sayıda; üreticinin, işçinin, toplayıcının, taşıyıcının, hatta çocukların emeklerini, yorgunluklarını, acılarını, korkularını, ancak dirençlerini, yürekliliklerini, umutlarını ve hayallerini de görebilmeliyiz.
Üretmek, hasat yapmak, toplamak, ulaştırmak ve tüketmek süreçlerini; insana yakışacak, adaleti sağlayacak, yoksulluğu ortadan kaldıracak, az emek vererek çok kazanmayı engelleyecek kurallarla yönetmeyi başarmak hiç de zor değil. Soru şu. Üreticiden tüketiciye doğrudan, en hızlı ve en kısa yöntemlerle nasıl ulaşılabilir, ürünler nasıl ulaştırılabilir? Bunun için hiçbir …ist ve …izm gerekmez. Ancak, insanizm, vicdanizm, akılcılık gerekir, kesinlikle.
Üretimde ve hasat işlerinde çalışanların, mevsimlik işçilerin, ailelerin ulaşım, barınma, beslenme, temizlik, aydınlatma, sağlık ve sosyal güvenlik, sigorta, emeklilik ve benzeri sorunlar yaşamamaları, kısaca, daha iyi koşullar sağlanabilir. Ayrıntıya girmeden iki de seçenek vermek isterim. Kooperatifler veya eşit sermayeli şirketler. İyi yürekli insanların, insan-hayvan ve doğa arasındaki uyumu sağlayacak farklı seçenekleri de mutlaka vardır.
Ayrıca, mevsimlik olarak çalışan ailelerin çocuklarının okula gidebilmeleri ve uygun ortamlarda ders çalışabilmeleri asla zor değil. İnsanizm, vicdanizm ve akılcılık ilkelerinin aşamayacağı hiçbir engel olamaz.
8 Mart 2025 tarihindeki söyleşide, Prof. Dr. Yakın Ertürk’ün belirttiği gibi yeni bir sosyal devlet anlayışına ve kırsal kalkınma projelerine gerek var. Prof. Ertürk’ün sözlerinden birkaç örnek daha vermek isterim.
İnsana yakışır bir hayat…Kamuya, halka ait değerlerin, taşınmazların, fabrikaların özelleştirilmemesi…Piyasanın denetlenmesi…Cinsiyet ayırımcılığı yapmadan, insan ve doğa haklarına uygun değişim…Doğanın tahrip edilmemesi…Gıda sorunu yaşanmaması…”
Söyleşide, Av. Melek Neslihan Özfidan’ın soruları, katkıları ile Prof. Dr.Yakın Ertürk ve Esin Özalp Öztürk’ün, insanlık anlayışına, yerin üstünün gerçek cennet haline gelmesine ışık tutan sözlerini, katılımcıların soru ve konuşmalarını, keşke bir kitap haline getirebilsek. Bu kitabı, okunması ve saatlerce düşünülmesi koşulu ile Cumhurbaşkanlarına, Devlet Başkanlarına, bakanlara, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına, üniversitelere, yerel yönetimlere, oda, baro, sendika gibi meslek örgütlerine, siyasal partilere, her kademedeki yargı organlarına, dinlerle ilgili birimlere ve Diyanet İşleri Başkanlığına, görüntülü, sesli, yazılı ve sosyal basın organlarına ve tüm insanlara gönderebilsek. Keşke, sadece üretim ve tüketim alanındakilere değil, Dünya’daki her kesime seslenerek gözlere, akıllara, yüreklere ve vicdanlara ulaştırabilsek.
Madencilik ve kentleşme amacı ile ormanlara ve tarım alanlarına kıyılması, gıda ve sağlık sorunlarının yaşanmasına yol açacak derecede toprak, su ve havanın kirletilmesi durdurulmalıdır. İnsanlar, hayvanlar, sular, yeşillikler ve topraklar birbirlerinden asla koparılmamalıdır. Biri veya birkaçı yok olursa, işte o zaman cehennemdir her yer.
Tehlikeleri kim durduracak veya durdurabilecek? Bu topraklarda yaşayan ve halk diye tanımlanan insanlar. Örgütlü, iletişim ve dayanışma içinde, şiddetsiz ve sevgi ile paylaşarak.
Yazımı, yapımcı-yönetmen Esin Özalp Öztürk’ün “Işığın Hasadı” belgeseli ile ilgili şu yorumunu da paylaşarak sonlandırıyorum.
“Belgesel sinema, toplumsal hafızayı canlı tutan ve değişim yaratma potansiyeli taşıyan bir sanat dalı. Işığın Hasadı da bu gücü, mevsimlik tarım işçiliğinin katmanlarını açığa çıkarmak için kullanıyor. Aydınlıkla karanlık arasında şekillenen bu hikâye, akşamları yalnızca iki saat çalışan bir jeneratörün ışığıyla başlıyor. Ancak belgesel ilerledikçe, gün ışığında devam eden emeğin de karanlıktan kurtulamadığını görüyoruz.
Mevsimlik tarım işçiliği, soğanın kat kat açılan kabukları gibi çok katmanlı bir sorun. Bir yönetmen olarak Işığın Hasadı benim için oldukça zor, ancak çok özel bir proje oldu. İnsan emeğine bir bütün olarak bakıyor ve çalışma ve yaşama şartlarının sahadaki herkes için ne denli zorlu olduğunu görüyorum. Ancak kadın ve çocuk emeğinin karşı karşıya olduğu koşulların, belgeseli izleyen herkesi derinden etkileyeceğine inanıyorum.
Işığın Hasadı, belgesel sinemanın en önemli işlevlerinden birini yerine getirerek, kimi zaman göz ardı edilen veya kanıksanan sorunları görünür kılıyor. İzleyiciyi, emeği ve adaleti daha geniş bir perspektiften değerlendirmeye davet ediyor. İşte belgeselin gücü de burada: Geçmişi ve olanı kayıt altına alırken, izleyiciyi bu gerçeklerle yüzleşmeye çağırmak ve değişime kapı aralamak.”
Önce insanlığı ekmeli, hasat etmeli, biçmeli ve paylaşmalıyız, değil mi? Öyle ise…
Haydi, melekleşmiş insanlar, çok güzel, çok temiz ve çok mutlu Türkiye ve Dünya hedefinde, çok iyi insanlar yetiştirmek, insanlığı üretmek, insanlığı biçmek, insanlığı hasat etmek, paylaşmak için, her yerde ve her zaman kadın-erkek birlikte, dayanışma içinde, haydi…

Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi’nin, 8 Mart 2025 tarihinde düzenlediği “Işığın Hasadı” gösterimi ve “Bakım Emeği ve Kadın” konulu söyleşisi sonrası, "İnsanlığın Üretimine, Hasadına ve Paylaşımına” katkı koymaya çalışan gönüllü kahramanlar birlikte.