Geçen gün tadilat işi için bir ustanın dükkânına gittim. Dışarıda nakliye aracını beklerken, yan taraftan anlamlandıramadığım bir ses duydum. Usta, sesin geldiği yere bakarak, “Görüyor musunuz, bu ağaçkakan iki aydır durmadan elektrik direğine yuva yapmaya çalışıyor.” dedi.
Delmeye çalışırken çıkan sesin tokluğundan, hiç delemeyeceği bir şeyle uğraştığı belliydi. Ama ağaçkakan için bu önemli değildi. İki aydır pes etmeden aynı noktaya vuruyordu.
O, başarısız olacağını bilmiyor muydu? Belki biliyordu. Ama yine de vazgeçmedi. Çünkü doğası böyleydi. Çünkü doğa, kazananları değil, vazgeçmeyenleri ödüllendiriyordu
Ağaçkakan, sonunda başarıya ulaştı mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Ne kadar süre dayandığı, ne kadar çok denediği, ulaşıp ulaşamadığı sonuçtan daha önemliydi.
Elon Musk ve Direnç Walter Isaacson’ın Elon Musk kitabını okuyorum. Musk’ın X.com, SpaceX ve Tesla gibi şirketlerin kuruluş aşamalarında ve yeni ürün geliştirme süreçlerinde gösterdiği kararlılık, en ince ayrıntısına kadar anlatılmış.
Musk, ütopik teslim süreleriyle ekibini motive eden, vazgeçmeyen bir girişimci. Teknolojik atılımların kahramanı olmasını, asla pes etmemesine borçlu. Kitapta yapılan röportajlarda, onun en büyük özelliğinin kararlılık olduğu, neredeyse teknolojik dille beyinlerimize kodlanıyor.
Empirizmin ilk temsilcilerinden John Locke, “Kararlılıkla hareket eden bir akıl, önüne çıkan tüm engelleri aşar.” diyor. Evet, insanın karar mekanizmasının sağlam oluşu çok önemli.
Güney Afrika’da doğan Elon Musk’ın, hayatta kalmanın şifrelerini DNA’sına kodlamış olması şaşırtıcı değil…
Jordan’ın Üç Sayılık Gerçekliği
“Kariyerim boyunca 9 binden fazla başarısız atış yaptım. 300’den fazla oyun kaybettim. 26 kez oyun kazandıracak atışı ıskaladım. Çabaladıkça başarısız oldum. Başarısız oldukça çabaladım. Başarımın sırrı işte budur.”
Bu sözler, Michael Jordan’ın başarısının kararlılığa nasıl dayandığını en net şekilde anlatıyor. Vazgeçmeyenler sonunda kazanıyor.
2015 Kastamonu Projesi: “Bay Evet” Stratejisi
2015 yılında Kastamonu’da bir yurt binası projesi için, inanılmaz bir satış başarısına imza atmıştık.
Bu süreçte Ankara, Kastamonu ve İstanbul arasında defalarca toplantılar yaptık. Karşımızdaki kişiler bazen netti, bazen kararsızdı, bazen de bu işi istemeyenlerle bile muhatap olmak zorunda kaldık. Ama her seferinde bir adım daha attık.
Jiwm Carrey’nin Bay Evet filmi gibi, “evet”i alana kadar birçok kişiyle görüştük, onlarca kere masaya oturduk. Sonunda bu proje, o yılın en büyük satışlarından biri oldu.
Baktığınızda basit bir iş anlaşması gibi durabilir. Ama her “hayır” cevabının ardından bir alternatif sunduk, strateji değiştirdik ve asla vazgeçmedik. O yüzden başarı geldi.
Bambu Ağacı Metaforu
Daha önce birkaç yerde bahsetmiştim, ancak köşemde de ele almak istiyorum.
Çin’de yetişen bambu ağacı, önce toprağa ekilir, sulanır ve gübrelenir. Beş yıl boyunca hiçbir hareket olmaz.
İnsan terinin tanecikleri beş yıl boyunca toprağa düşerken, yukarıda hiçbir şey görünmez.
Ancak beş yılın sonunda bir hareket başlar… Ve sadece altı hafta içinde 27 metre boyuna ulaşır!
İşte, amacından geri dönmeyen herkes, bambu ağacının bu anlamlı gücü gibi, eninde sonunda isteklerine kavuşacaktır.
Aristoteles ve Alışkanlık
Aristoteles, “Sürekli yaptığımız şey neyse biz oyuz, o hâlde mükemmellik bir eylem değil, bir alışkanlıktır.” der.
O zaman bize düşen:
- Hedeflerimizi doğru belirledikten sonra kararlı olmak.
- Hedefe giden yolda hiçbir şeyin kolay olmayacağını bilmek.
- Konfor alanında sadece pembe hayallerin olduğunu, konfor alanı dışında gerçekleşmeyi bekleyen ‘sebepler’ olduğunu özümsemek.
- Hedefe giden yolda, ‘öyle, böyle olduların’ peşine düşmeden, sürekli alternatifler üretmek.
Biliyorum, hayat hayallerinizle sörf yaparken sizi hırpaladığında, yazdıklarım büyük bir klişe gibi gelebilir. Ancak böyle anlarda sulara gömülmek yerine sahile yürümek sizi kurtaracaktır.
Sizin en büyük ‘bambu ağacınız’ neydi? En çok neye direnmek zorunda kaldınız?