Türkiye’de, demokrasinin gereği olarak çok partili yönetime 1946 yılında rahmetli İsmet İnönü’nün karar ve uygulaması geçti.
O günden bu güne tartışılan kavramlardan biri “iktidar”, diğeri ise “meşruiyet” kavramları oldu. Bu iki kavram hem siyaset bilim hem de toplumbilim açısından oldukça derin ve önemli anlamlar içermektedir.
Toplumbilim açısından da en çok “iktidar” kavramı konuşulur. bu kavramın tartışılması, küçük gruplardan en örgütlü büyük gruplara kadar yaygındır.
“İktidar” güç ve otorite kaynağı mıdır? Sürekli bu konu tartışılır. Siyasal bilim ise “iktidar” kavramının toplumsal kökenine inmeden ya da grupsal, kurumsal yönlerine değinmeden doğrudan “devlet” kavramı ya da kurumu ile olan ilişkisini araştırır ve tanımlar.
“İktidar” kelimesi hem yönetenler grubunu hem de bu grubun işlevini anlatmak için kullanılmaktadır.
Başka bir deyişle “iktidar”; devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisidir.
Ama iktidarın kavramsal ve kuramsal anlamları bunlarla da sınırlı değildir. özellikle de seçim dönemlerinde, kamuoyu yoklamalarında, günümüzde “iktidar ve meşruiyet” kavramları en çok kullanılan, tartışılan, çekiştirilen sözcük ve kavramların başında gelmektedir.
İşin asla “güç ve otorite” iktidara iki şekilde teslim edilir. Birincisi o ülkenin yönetimini şu ya da bu yolla elerine geçirmeleri, kendilerini padişah ya da kral ilan etmeleridir. Bu otorite gayrimeşrudur. Demokratik ülkelerde böyle varsayılıyor.
Birde demokratik yollarla halkın oyuna başvurarak seçim ile “güç ve otoriteyi” eline alan iktidarlar vardır. Bu yolla iktidara gelenler meclislerin kararına ve anayasa kurallarına uymaları gerekir.
Seçimle iktidara geldiği halde “güç ve otoritesini” anayasal kurallara uymadan, devleti ve halkı yönetmesi, faşizme geçme, demokrasinin ortadan kaldırılmasıdır.
Yeri gelmişken ifade etmek gerekirse AKP son 10 yıldır bu yolda yürümektedir.
İktidar kavramı, üstünlük ya da hâkimiyet ve egemenlik kavramlarıyla karıştırılmamalıdır. Bu kavramlar yönetenlerle yönetilenler arasındaki uzlaşmaz karşıtlık değil, yönetilenlerin kendi aralarındaki karşıtlığı ifade eden terimlerdir.
Birincisi iktidar, tanındığı için iktidardır. otorite de kabul edildiği için otorite olur. İktidar halkın iradesine dayanan bir forma sahip değilse; yani iktidar, sosyolojik anlamıyla, “meşru” (yasal) bir iktidar değilse, böyle bir iktidara karşı başkaldırma, direnme söz konusu olur.
İktidar normal sayılan sınırları aşarsa, örneğin o devletin yasalarına, anayasasına aykırı davranışlarda bulunursa, buna karşı tepki doğar.
Şu anda Türkiye’deki muhalefet partileri AKP’nin Anayasa darbesine tepkiler yağdırıyorlar. Tek adam yönetimi ile AKP’nin çağdaş uygarlık rejimini yok sayması, siyasal güç ve otoriteyi, elinde bulundurmasını, kendisine üstünlük ve ayrıcalık sağladığına inanıyor. Bu gidiş tehlikeli bir gidiştir. Bu gidiş terörizmin ticaretine dayalı bir gidiştir. AKP, her seçim sırasında muhalefet partilerini terör ile ilişkili ilan ediyor.
Savcılar neden harekete geçmiyor? Adalet Bakanlığı AKP’ye bağlı değil mi?
Meşru demokratik sınırlarır dışına çıkan iktidarlar, meşruiyetini kaybedeler!
İkincisi de iktidar toplumun çatısı, en üst kurumu sayılır; sosyal çerçevenin bir bölümüdür. Devlet yapısı içinde iktidarın hukuk açısından incelenmesi, irdelenmesi iktidarın bu niteliğini çok açık bir şekilde ifade eden “Teşkilatı Esasiye Hukuku” (anayasa) adını alır. Osmanlı’dan kalma “Teşkilatı Esasiye Hukuku” bile iktidar tarafından yok edilmedi mi?
Oysa Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet de demokratik yönetimlerde egemenlik, hiçbir koşula bağlı kalmaksızın halka aittir. Halk bu hakkını, özgür seçimler yoluyla kendisini yönetecek siyasal iktidara devreder.
O nedenle halkın kendisini yöneten iktidarı sorgulama, soruşturma, eleştirme, yasal sınırlar dışına çıktığında; özellikle, anayasanın öngördüğü ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlara uymazsa yargılama ve demokratik yollarla iktidardan düşürme hakları, demokrasinin vazgeçilmez kurallarıdır. Yani güç ve otorite halktadır.