Üniversiteye başladığım yıllarda KYK yurdunda kaldım. O günlerde bana hep “Merak etme, devlet yurtları güvenlidir” denildi.
Ama işin içine girince gördüm ki güvenlik çoğu zaman sadece kâğıt üzerinde vardı. Benim kaldığım yurtta bırakın sıkı denetimi, turnike bile yoktu. İçeriye girenin gerçekten öğrenci olup olmadığını sorgulayan kimse bulunmazdı. Bu yüzden gece odama dönerken hep içimde bir huzursuzluk olurdu. İnsan, “en azından yurdumda kendimi güvende hissediyorum” demek ister ama o his kolay kolay gelmezdi.
Bugünlerde yaşanan olaylar, o kaygılarımda haksız olmadığımı gösteriyor. Cevizlibağ KYK Kız Öğrenci Yurdu’na yabancı kişilerin girip kız öğrencilerin eşyalarına zarar vermesi, sadece orada kalan gençlerin değil, hepimizin yüreğine dokundu. Çünkü bu tür olaylar tekil değil. Yıllardır öğrenciler aynı şikâyetleri dile getiriyor: odalara izinsiz girilmesi, eşyaların karıştırılması, tatbikatların yapılmaması, kameraların bozuk olması… Hepsi güven duygusunu zedeleyen, kaygıyı büyüten detaylar.
Her olaydan sonra aynı cümleleri duymaya alıştık: “Soruşturma başlatıldı, gereken önlemler alındı.” Oysa güvenlik dediğimiz şey, olay yaşandıktan sonra alınan bir dizi tedbir değildir. Gerçek güvenlik, o olay hiç yaşanmasın diye önceden alınan, sürekli uygulanan önlemlerdir. Öğrenciler sadece barınma değil, aynı zamanda güvende olma hakkına sahiptir.
KYK yurtları, maddi imkânları kısıtlı olan gençler için büyük bir fırsat. Yüksek kira fiyatları ve özel yurtların maliyeti düşünüldüğünde, devletin bu imkânı çok kıymetli. Ama ne yazık ki güvenlik zaafları bu kıymeti gölgeleyebiliyor. Çünkü bir öğrenci için sadece “başını sokacak bir yer” yeterli değildir. O yerin güven veren bir yuva olması gerekir. Derslerine odaklanmaya çalışan, yeni bir şehre uyum sağlamaya çalışan gençler, eşyalarını kilitlemeden odadan çıkamayacaksa, geceleri huzurla uyuyamayacaksa, bu yurtların asıl amacına hizmet ettiğini söylemek zor.
Bugün Cevizlibağ’da yaşananları konuşuyoruz. Yarın belki başka bir yurtta benzeri gündeme gelecek. Bu mesele birkaç öğrencinin değil, Türkiye’de üniversite okuyan on binlerce gencin ortak sorunu. Çözüm aslında çok da karmaşık değil. Daha sıkı giriş-çıkış denetimleri, işleyen kamera sistemleri, düzenli yangın ve deprem tatbikatları, öğrencilerin doğrudan yönetime sesini duyurabileceği şeffaf mekanizmalar… Bunlar uygulansa, gençler hem kendilerini daha güvende hisseder hem de yaşanan olayların önü alınabilir.
Ben kendi öğrencilik yıllarımda güvenliğin kâğıt üzerinde kaldığını hissettim. Şimdi görüyorum ki aynı endişeyi hâlâ yaşayan binlerce genç var. Onların kaygılarını görmezden gelmek, sadece bir ihmal değil; geleceğe karşı işlenmiş bir hata olur. Çünkü üniversite yılları gençlerin hayatında unutulmaz bir dönemdir. O yıllar korkuyla değil, umutla, hayallerle anılmalı.