Açıkça söylemek gerekirse bundan sadece birkaç yüz yıl önce böyle bir soru akla bile gelmezdi, bildiğimiz bir dünya da yaşıyorduk ve bu dünyayı bizden çok farklı, birçok başka canlı türü ile paylaşıyorduk yani; yalnız değildik…
Amma ve lakin modern bilimin gelişmesi, teleskop dâhil birçok gözlem aracının icadı ve en nihayetinde uzayın uçsuz bucaksız büyüklüğünün keşfi evrenin bildiğimiz dünya ile sınırlı olmadığını herkese gösterdi. Hatta bildiğimiz dünyanın evrende tamamen önemsiz, adeta sahildeki bir kum tanesi kadar sıradan bir yer olduğu kanıtlandı.
Modern bilimin keşifleri ayrıca bize insan türünün özel yaratılmış bir varlık olmadığını, birçok diğer canlı ile ortak bir kökten geldiğini ve esasında diğer canlılarla arasında pek ciddi bir fark olmadığını da göstermişti.
Aslında bu keşif insana kendini çok özel hissettiren ve egosunu şişiren “ben özel yaratılmış bir varlığım” ezberinin de çökmesine yol açmıştı.
Bu noktada insanların aklına anlaşıldı dünya özel bir yer ve insan da özel olarak yaratılmış bir canlı değil peki bu durumda uzayda başka gezegenlerde de canlılar var mı, varsa nasıllar? Sorusu düştü…
Şunu biliyoruz doğa olayları bizim evrenimizin her yerinde, hep aynı şekilde ve hep aynı doğa kanunlarına uygun olarak gerçekleşir, canlılığı da bir doğa olayı olarak düşündüğümüz takdirde evrenin her köşesinde canlılığın var olması son derecede beklenen bir olaydır. Hatta beklenmedik olan canlılığın görülmemesi daha da doğrusu uygun koşullar sağlayan ortamlarda canlılığın görülmemesidir. Bu o kadar beklenmedik bir olaydır ki ısıtılan suyun kaynamaması, atılan taşın düşmemesi, ateşin yanmaması kadar beklenmedik ve anormal bir olaydır.
Peki, canlılık her yerde varsa ve evrenimiz de canlı türleri ile doluysa; herkes nerede?
Biz onları neden göremiyoruz, neden onlar bize biz onlara ulaşamıyoruz?
Bu soruyu ilk soranlardan biri de ünlü fizikçi Enrico Fermi’dir, 1950'de bu konunun da sohbetinin yapıldığı bir öğle yemeği sırasında Fermi "Eğer evrende yüksek sayıda ileri dünya dışı uygarlık mevcutsa, neden uzaylılara ait uzay araçları ya da sondalar gibi kanıtlara rastlamıyoruz?” Diye sormuştu.
Bu soru üzerine de bilim dünyasında “Fermi Paradoksu” denilen ve bu çelişkiyi gündeme getiren çok popüler bir tartışma başlamıştı.
Bu sorunun kesinleşmiş bir yanıtı ne yazık ki hala yok, fakat evrenin muazzam büyüklüğü ve ışık hızının bile bu büyüklük yanında adeta kaplumbağa hızı ölçeğinde kalması sorunun yanıtı olabilir.
Şöyle düşünün bu gün gökyüzünde gördüğünüz Güneşten gelen ışık bile aslında 8 dakika önce yola çıkan ışıktır yani siz aslında güneşi gözlemlediğinizde Güneşin 8 dakika önceki halini görüyorsunuz. Birde milyonlar, hatta milyarlarca ışık yılı uzakta bir gezegeni düşünün oradan yola çıkan bir ışık huzmesinin dünyadaki gözlemciye ulaşması yüz milyonlarca yıl alacaktır değil mi?
Şöyle hayal edin dünyamızdan 100 milyon ışık yolu uzaklıkta bir gözlemci son derecede güçlü bir teleskopla dünyamıza baksa görüp göreceği ortada dolanan bir sürü dinazor olacaktır İnsan uygarlığı tarafından yapılmış hiçbir yapıyı göremeyecek, uygarlığımızın farkına dahi varamayacaktır.
Radyo dalgalarının da ışık hızını aşamadığını biliyoruz yani buradan gönderdiğimiz bir radyo sinyalinin de bir başka yıldıza ulaşması binlerce belki de milyonlarca yıl alacaktır.
Bence evrenin büyüklüğü, bu büyüklük yanında ışık hızının yavaşlığı ve bu hızın aşılamaması daha da doğrusu en azından bu gün bildiğimiz teknolojiyle aşılamaması gerçeği evrendeki diğer canlıların bizi, bizim ise diğer canlıları fark etmemizin önündeki en büyük engeldir.
Işık hızını aşacak bir yol bulunmadan da bu soruya net bir cevap vermek kolay olmayacaktır.
Ama bizim onları fark edemememiz evrenin birçok yerinde canlı olmadığı anlamına da gelmez elbette.
Birde canlı olması farklı bir uygarlık olması çok farklı olgulardır. Nasıl milyarlarca yıl yaşında olan dünyamızda 3 - 4 milyar yıldır canlılığın var olmasına rağmen gelmiş geçmiş milyonlarca canlı türü arasında uygarlık yaratabilen tek canlı türü insansa uygarlık yaratabilmiş tür sayısı evrende de çok daha az olabilir elbette.