Konu evlilik olunca insanlar görüş belirtmekte çekiniyor, bu konu hakkında yazı yazanlar bile biraz temkinli davranıyorlar,...
Konu evlilik olunca insanlar görüş belirtmekte çekiniyor, bu konu hakkında yazı yazanlar bile biraz temkinli davranıyorlar, çünkü en çok bu konuda önyargılı olunur ve ” Acaba kendi hayatından kesit mi?” diye düşünüldüğü için söz söylemekten biraz imtina edilir. Kimse böyle anlaşılsın istemez.
Bir yazar arkadaşın bu konu hakkında görüşünü belirtmesi üzerine, ben de söyleyecek bir çift sözüm var kabilinden görüşümü belirtmek istedim. Arkadaşın ele aldığı konu; evlilikte kadının mağdur olması üzerineydi. Ona göre bu evlilik kurumunun altında en çok kadınlar ezilmekteydi ve daha da ileri giderek öğretilmiş çaresizlikle evliliklerini yürüttükleri vurgulanıyordu. Bu görüş kısmen doğru olmakla birlikte, ortada sorunlu bir evlilik varsa ona çare olmaktan çok uzak bir görüş ve herhangi bir iyileştirme sunulmuyordu.
Evlilikte erkeğe düşen kısmına bakıldığında, durumun onlar için de pek iç açıcı olmadığı görülmektedir. Onlarda ağır öğretilmiş çaresizlikler mevcut, aileyi koruma, kollama, geçindirme yükümlülüğü toplum olarak onlara yüklenmiş durumda ve bu erkekleri insan olma vasfından uzaklaştırıp, kaba, sert anlayışsız ve nobran hale dönüştürmekte“ Ben kazanıyor, ben koruyup kollayacaksam benim kurallarım geçerli” psikolojisine itebiliyor ki bu memleketimizde aynıyla vakidir.
Benim görüşüm ise biraz uygulanamaz radikal bir görüş gibi görülse de değişen dünya anlayışında akla en yatkın ve uygulanası bir çare olacak gibi, katılmayanlar kendileri de bir çare ürete bilirler. Mesela diyorum ki; evliliklerde imza atıldıktan sonra ölünceye kadar o imza devam etmemeli! Her on senede bir kadına ve erkeğe sorulmalı “Bu evlilik sözleşmesini yürütmek istiyor musun?” diye. Herhangi bir konuda yapılan sözleşmeler gibi evlilik ahitleri de yenilenmelidir. Böyle bir güvence verilmeli, sadakatsiz veya sorumsuz eş böylece daha kontrollü hale gelir, sorumluluğunu hatırlar. Bu yeniden sözleşme veya nikah evlilik içinde otokontrolünü sağlayacaktır. Kadın için de erkek için de öğretilmiş çaresizlik böyle kırıla bilinir. Memnun olmayanlar devlet güvencesi altında erkek ve kadın fark etmeksizin hayat düzenini kurana kadar yardım ve destek sağlanmalı.
Evlilikte hiç bir sorunu olmayanlar zaten etkilenmeyecektir, öte yandan evliliğe devam edip etmeme kararını yeniden verecek olması eşler arasında daha temkinli davranmaya itecektir. Hem on sene önce beğendiği veya o zamanın şartlarında anlaştığı bir insanı zaman içinde anlaşamadığı, yanıldığı, hatta sevmediğini anlayabilir.
Bir konu daha var ki o da vahim bence. Boşandıktan sonra ölünceye kadar nafaka verilmesi kadını memnun ederken, erkeği mağdur etmektedir. Bunun yerine belli seneye kadar nafaka geçerli olup, daha sonra ki hayatına devlet desteğiyle devam etmeli, maaş bağlanabilmeli. Çok hayalî düşünüyorum ama ben kural koyucu konumda olsam böyle yapardım. Çocuklar ise daha sağlıklı bir aile ortamında yetişmiş olur. Daha birçok detay eklene bilinir, benim aklıma bunlar geldi.
Aklıma gelmişken şunu da ekleyeyim efendim, her aklına esen çocuk yapmamalı! Bu görüşüm radikal gelebilir, “İnsan hak ve hürriyetine zarar verdiğim düşünülebilir” ama şimdiler uygulamaya konulan, evlilik öncesi çiftlerden alınan kan örnekleriyle, genlerden geçen genetik hastalıkları önleme açısından değerlendirme alındığı gibi çocuk sahibi olmaya müsait olmayanlarda tespit edilmeli. Psikoloji olarak anne ve baban olmaya engel ruh bozukluklarında da buna devletin el atması lazım diye düşünüyorum. Kural koyucu makamında ki yetkililer evlilik şartnamesi içine bu maddeleri de eklemeliler, hem de acilen. Sonra yetersiz ana babaların yetiştiremedikleri çocuklarla sağlıklı birey olanlar uğraşmak zorunda kalıyor, kalıyoruz.
Son zamanlarda memleketin geldiği duruma bakılırsa, hemen bu çocuk edinme konusuna el atılmalı, bari gelecek elli yılda torunlarımız rahat etmeli. Sakın Nazi Almanya’sında ki “Ari ırk” düşüncesinde olduğumu düşünmeyin…
Bu haftalıkta bu kadar efendim esen kalınız.