Alıştığımız üzere enflasyon rakamları bu aybaşında da açıklandı, birçok defa dediğim gibi iktidarın vesayeti ve baskısı altında çalışmak zorunda TÜİK verileri piyasa gözlemleri ile hiçbir şekilde örtüşmüyor, bu yüzden ben Prof. Veysel Ulusoy başkanlığında çalışan bağımsız bilim insanlarının hesaplamalarını daha ciddiye alıyorum.

Alıştığımız üzere enflasyon rakamları bu aybaşında da açıklandı, birçok defa dediğim gibi iktidarın vesayeti ve baskısı altında çalışmak zorunda TÜİK verileri piyasa gözlemleri ile hiçbir şekilde örtüşmüyor, bu yüzden ben Prof. Veysel Ulusoy başkanlığında çalışan bağımsız bilim insanlarının hesaplamalarını daha ciddiye alıyorum.

Veysel Ulusoy başkanlığında çalışan ENAGrup tarafından son açıklanan veriler şöyle:

Ekim 2021 dönemi (30.09.2021-31.10.2021) günlük fiyat değişimlerinden elde edilen ENAGrup Fiyat Endeksi aylık bazda yüzde 6,90 arttı. ENAGrup Tüketici Fiyat Endeksi, E-TÜFE’deki 12 aylık artış oranı ise yüzde 49.87 olarak gerçekleşti.

Elbette bir de TÜİK hesaplamaları var.

TÜİK tarafından yapılan hesaplamalara göre ise: TÜFE’de (2003=100) 2021 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre yüzde 2,39, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 15,75, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 19,89 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 17,09 artış gerçekleşti.

Ekim 2021’de, endekste kapsanan 415 maddeden, 46 maddenin ortalama fiyatında düşüş gerçekleşirken, 38 maddenin ortalama fiyatında değişim olmadı. 331 maddenin ortalama fiyatında ise artış gerçekleşti.

Yıllık en düşük artış yüzde 5,29 ile haberleşme grubunda gerçekleşti. Bir önceki yılın aynı ayına göre artışın düşük olduğu diğer ana gruplar sırasıyla, yüzde 7,88 ile alkollü içecekler ve tütün, yüzde 8,08 ile giyim ve ayakkabı ve yüzde 13,12 ile eğlence ve kültür oldu. Buna karşılık, bir önceki yılın aynı ayına göre artışın yüksek olduğu ana gruplar ise sırasıyla, yüzde 27,41 ile gıda ve alkolsüz içecekler, yüzde 25,23 ile lokanta ve oteller ve yüzde 23,03 ile ev eşyası oldu.

Elbette işin birde üretici fiyatları yanı var, gene TÜİK tarafından hesaplanan Yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) yıllık yüzde 46,31 ve aylık yüzde 5,24 arttı.

Sanayinin dört sektörünün yıllık değişimleri; madencilik ve taş ocakçılığında yüzde 32,25, imalatta yüzde 45,94, elektrik, gaz üretimi ve dağıtımında yüzde 53,37, su temininde yüzde 32,40 artış olarak gerçekleşti.

Ana sanayi gruplarının yıllık değişimleri; ara malında yüzde 53,20, dayanıklı tüketim malında yüzde 29,13, dayanıksız tüketim malında yüzde 31,47, enerjide yüzde 72,63, sermaye malında yüzde 26,72 artış olarak gerçekleşti.

Üretici enflasyonu yüzde 46,31 ile 19 yılın en yüksek seviyesine çıkmış bulunmaktadır. Üretici tüketici enflasyonu makası da 26.42’ye çıkarken üreticide kasımda da artması beklenen maliyetin tüketici enflasyonu üzerindeki baskısı da artıyor. Üreticilerin zam yapmadan uzun süre bu makası koruması mümkün görünmemektedir.

Göründüğü gibi TÜİK’in fedakâr çalışanları ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın enflasyon son derecede yüksek bir hızla artmaktadır, lakin sorunumuz sadece bu kadarla da kalmıyor. Kalmıyor çünkü küresel ölçekte enerji ve gıda kalemleri başta olmak üzere emtia fiyatları da artıyor, Türkiye’nin iç siyasi ve ekonomik sorunlarından kaynaklanan nedenlerle kurlar da artıyor, sonuçta ortaya kur, emtia fiyatları ve enflasyon artışları ile çerçevelenen bir Bermuda şeytan üçgeni çıkıyor.

Bu tablo bana birazda 70’leri anımsatıyor o zamanlarda da malum petrol krizi ve Bretton Woods sisteminin çökmesi ile ortaya çıkan bir girdapta tüm küresel ekonomi dalgalanmış birçok ülkede enflasyon ve hatta hiperenflasyona görülmüştü.

O dönemlerde Türkiye’de enflasyon görülmüş ama bu enflasyon o zamanki ekonomi yönetiminin basiret ve becerisi sayesinde bir hiperenflasyona dönüşmeden kontrol altına alınabilmişti.

Bu günkü yönetimin basiret, beceri ve liyakat seviyesine bakınca korkum odur ki Türkiye kolayca üç haneli enflasyon seviyelerinin görüleceği bir hiperenflasyona sürecine girecektir.

İşin içine bir borç krizi ve moratoryum süreci girer mi bunu bu günden söylemek oldukça zor. Fakat Türkiye’nin kredi temerrüt risk priminin (CDS) bugün bulunduğu noktaya bakarsak yatırımcıların bu konuda ciddi bir endişe içinde olduğu görülmektedir.

Türkiye’nin çok ciddi bir döviz borcu olduğu ve döviz ihtiyacını karşılayan finansörleri etkileyebilecek siyasi krizlerin sık sık gündeme geldiği de göz önüne alınırsa bir dış borç krizi çıkmaması mucize olur diye düşünmekteyim.