Çocukluğumda Mustafa Kemal Atatürk’ün 10. Yıl Nutkundan alıntı sözlerle üretilmiş, “en büyük bayram bu bayram herkese kutlu olsun” şarkısını söylediğimiz ve belleğime EN BÜYÜK BAYRAM olarak kazınan Cumhuriyet Bayramı’nın yüz birincisini kutladık bu yıl.
Bayram aynı bayram ama ne ülkemiz ne kutlayanlar aynı…
Bir yanda Cumhuriyet’i ve onun değerlerini, ülkeye kazandırdıklarını eleştirenler ve küçümseyenler; öte yanda Cumhuriyet’e kıskançlıkla sahip çıkma adına bir başka kesimi oluşturanlar kıyasıya tartışıyor ama birbirlerini asla dinlemiyorlar. Bu da çağdaş demokrasi ile pek de ilgisi olmayan mevcut düzenden hoşnut olanları mutlu ediyor.
“ÖNYARGIYI PARÇALAMAK, ATOMU PARÇALAMAKTAN ZORDUR” diyen Albert Einstein’ı her gün yeniden doğrularcasına birbirleri hakkındaki yargılarından hiç kuşku duymayan bu iki kesim dışında başkaları da var kuşkusuz ama onlar olan biteni hüzünle, üzüntüyle ve öfkeyle izliyorlar yalnızca…
Hem cumhuriyete hem demokrasiye karşı olan bir kesim daha var ama onlar, başka bir çağda ve dünyada yaşadıkları için bu yazının konusu dışındalar.
Cumhuriyet hakkında birliği ve bütünlüğü kalmayan toplumumuzdaki bu farklı kesimler arasında yıllardır bir tartışma süregeliyor. Bir kesim “asıl olan cumhuriyettir, devletin bekasıdır; onu korumak için demokrasiden ödün verilebilir” görüşünü savunurken; öteki kesim “cumhuriyeti koruma adına da olsa demokratikleşmeden asla vazgeçilemeyeceğini” söylüyor.
Ülkemizde, 1946 yılında çok partili parlamenter düzene geçildiğinden beri, “devleti koruma ve kollama” adına demokratikleşme sürecine defalarca ara verildiği ve çağdaş demokrasiye bir türlü kavuşulamadığı düşünüldüğünde, bu tartışmanın hiç de anlamsız olmadığı söylenebilir.101 yıllık yakın tarihimizde yaşananların anlam kattığı bu tartışmalar, “demokrasi ve demokratikleşme sürecinin cumhuriyet için tehlike olduğu” varsayımının teşhir edilmesi yönünden büyük önem taşımaktadır.
En kısa tanımıyla, “cumhuriyet, hükümdarsız devlet biçimidir”.
Demokrasinin, üzerinde uzlaşılmış bir tek tanımı yoksa da ayırt edici özelliği; “tüm yurttaşların devlet politikalarının biçimlendirilmesinde eşit haklara sahip olduğu bir yönetsel düzen” olmasıdır.
Bu anlamda “cumhuriyet” bir yönetim biçimi, ”demokrasi” ise o yönetimin uygulanış düzenlerinden birisidir.
Cumhuriyeti koruma / kollama adına demokratik hak ve özgürlüklerden ödün vermeyi kabullenenler, uygulanma biçiminin kimi zaman devletin varlığına zarar verebileceğini söylüyorlar. Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarından hareketle, bu görüşü savunanların, “hükümdarsız devletin” varlığını sürdürme adına “devlet politikalarının biçimlendirilmesinde tüm yurttaşların eşit haklara sahip olmamasına” razı olduklarını anlıyoruz. Bu kesim, doğal olarak, kendi ellerinde bulunan haklardan gönüllü vazgeçmeyeceklerine göre, başka birilerinin haklarını yitireceklerini öngörüyorlar ve kendilerinin etkin olacakları o düzende, hakları elinden alınanlar için de “iyiyi, doğruyu” kendilerinin belirleyebileceklerini düşünüyorlar.
Bu kesimin söylemlerinde, halkın demokratik hak ve özgürlükleri olmadan, siyasi iktidarların işlem ve eylemlerinin nasıl denetleneceği; haksız, hukuksuz, adaletsiz ve insan haklarına aykırı uygulamaların nasıl önleneceği sorularının yanıtları bulunmuyor. Bu belirsizlik kâbus gibi bir düzeni çağrıştırıyor.
Cumhuriyeti koruma ve kollama adına bile olsa demokrasiden asla vazgeçilemeyeceğini söyleyen kesim yönünden konuya bakıldığında da aklımıza şöyle sorular takılıyor: “Hükümdarsız devlet biçimi” diye tanımlanan cumhuriyet yitirilince, “tüm yurttaşlar” devletin politikalarının belirlenmesinde nasıl eşit olacaklar? Cumhuriyet yönetiminde bile ortaya çıkabilen “seçilmiş hükümdarlar”, cumhuriyet olmaksızın çok daha kolay türemeyecekler mi? Bunun önüne nasıl geçilecek? Demokrasiyi bu hükümdarlar mı koruyacak? Demokratikleşme süreci onların yönetiminde mi yaşanacak?
Mevcut cumhuriyetin varlığını çok fazla önemsemeyen bu kesimin alternatif devlet biçimi belirsizdir. Bu belirsizlik ürkütücü bir karanlığı çağrıştırıyor.
Demokrasi, “toplumu oluşturan bireylerin kendi kaderlerine sahip çıkarak, kendi kendilerini yönetmeleri” biçiminde tanımlanırsa, konunun en önemli bileşeninin “ birey” olduğunu görüyoruz. Ancak “demokrasi”, bireyin hak ve özgürlüklerinin kullanımını doğrudan etkilemekle birlikte, bireyin -birey olarak- doğrudan etkin olabileceği bir sistem değildir. Birey bu düzende etkin olabilmek için kendisi gibi olanlarla birlikte davranmak durumundadır
Bu etkinliği sağlamanın biricik yolu insanların kendisi gibi olanlarla sıkı bir yaşam birliği kurmalarından geçer. Bireyin, kendisi gibi olanlarla yaşam birliği kurması, her şeyden önce kendisini tanımasını ve toplum içindeki varlığının farkında olmasını gerektirir ama bu da yeterli değildir. Demokrasilerde birey, başkalarının da var olduğunun bilincinde olmalı ve kendisi gibi olmayanlara tahammül edebilmelidir.
Bütün bunlar demokrasinin ancak “demokrat” insanlara özgü bir sistem olduğunu gösteriyor. Kendisinin toplum içindeki varlığının, kimliğinin ve niteliğinin farkında olmayan; başkalarına tahammül edecek özgüveni kazanamamış insanların önemli bir çoğunluk oluşturduğu toplumlarda demokrasiden / demokratikleşmeden söz etmek kolay değildir. Gözlediğimiz kadarıyla, toplumumuzun bu konuda ciddi eksiklikleri vardır.
Demokrasi birçok kurum ve kurallarıyla var olan bir sistemidir ama bu kurum ve kuralların oluşturulmasıyla kurulan ve sonsuza değin öylece işletilen bir düzen olarak da algılanmamalıdır. Demokrasi, sürekli gelişir, değişir ve dönüşür. Bu anlamda demokrasi sonu olmayan bir süreçtir. “Dün” demokratik olan “yarın” pekâlâ demokrasi dışı sayılabilir ve yerini yepyeni kural ve kurumlara bırakabilir.
Demokrasilerde tek bağımsız değişken “toplumu oluşturan bireylerin demokratlığı”dır. Onların demokratlık düzeyi, içinde bulundukları toplumdaki egemen demokrasi anlayışını ve yaşanmakta olan demokrasi sürecinin aşamasını belirler. Bir başka deyişle demokratikleşme, toplumun bu konudaki beklenti düzeyiyle yakından ilgilidir.
Toplumun önemli ölçüde ilerisinde olan birtakım insanlar istiyor diye demokrasiye kavuşulamayacağı gibi, kimileri “zamansız” ve “tehlikeli” gördüğü için de demokratikleşme sürecinin önü kalıcı olarak tıkanamaz.
Kuruluşundan bu yana geçen 101 yılda, siyasi alanda yaşananlar, ülkemizde cumhuriyet ile demokrasiyi birbirinden koparılamaz ve ayrı düşünülemez kavramlar haline getirmiştir. Bu nedenle, “cumhuriyeti ya da demokrasiyi” öne çıkararak kendilerine konum belirleyen karşıt kesimler “beyhude” bir mücadele içindedirler.
Savunulması ve asla vazgeçilmemesi gereken, cumhuriyet ya da demokrasi değil, “demokratik cumhuriyettir”.
Birini kollama ve koruma adına ötekinden vazgeçmek faşizmin, otokrasinin ve despotizmin değirmenine su taşımak anlamına gelir.