Kimler çılgındı, neler başardılar, Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl kurdular, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletini ve sayısız değerleri bizlere nasıl emanet ettiler, onlardan sonra gelenlerden kimler çıldırdı, emanetler korunabildi mi, yoksa bazıları yitirildi, bazıları çok mu zarar gördü?

Turgut Özakman’ın (1930-2013) “Şu Çılgın Türkler” belgesel roman türü yapıtını okudunuz mu? Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda, özgürlük ve bağımsızlık için mücadele eden, can veren kadın, erkek, her yaştaki gençlerin yer aldığı ve inanılması zor bir süreci anlatan bu yapıtın adına bakar mısınız?

“Şu Çılgın Türkler”.

İşte, Turgut Özakman’ın çılgınlar diye nitelediği her yaştaki gencin kanları, canları ve yaşamları pahasına kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarında binlerce yıldır yaşananları düşündüğümüzde çılgınların bir mucize yarattığı gerçeğine ulaşabiliriz.

Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyeti kuran önderlerin doğmalarını, yetiştirilmelerini ve kendilerini ulusal kurtuluş mücadelesinin içinde bulmalarını da mucize olarak algılamak olası. Ancak, hiçbir şey mucize değil.

Tek partili Cumhuriyet dönemi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten (1881-1938)  sonraki 2. Cumhurbaşkanı ve Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarından İsmet İnönü’nün (1884-1973) önderliğinde, o zamanın tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin,  çok partili süreci başlatması, demokrasi uğraşları, Demokrat Parti İktidarı, askerlerin silahlı müdahaleleri, silahlı şiddetin başlaması, demokrasiye, insan, hayvan ve doğa haklarına yönelik baskılar, kıyımlar, ancak sevgi, dostluk ve barış toplumu için şiddetsiz yöntemlerle mücadeleden vazgeçmeyen kahramanlar ve daha niceleri.

“Şu Çılgın Türkler” tarafından Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolların açılması sonrası çok şeyler yaşadı bu topraklar. Önceki yüz yıllarda ve hatta bin yıllarda da çok şeyler  gördü. Acı tatlı, kanımca çoğu acılı, kan ve gözyaşının döküldüğü yüzlü, binli geçmiş yıllar, kitaplara, öykülere, belgesellere sığdırılamayan çok çok uzun yıllar, asırlar.

Bugün, bir yazar, Türkiye sevdalısı bir insan için çok çok uzun yılları birkaç satıra sığdırıp bugünlere gelmek ne kadar kolay, değil mi?

Hatta, koşarak değil yazı ile biraz hızlanıp bugünlere geleyim ve günümüzü hemen tek kelime ile tanımlamaya çalışayım.

Çıldırmışlar.

Yanlış yazmadım veya sizler yanlış görmediniz, çıldırmışlar, gerçekten bugün bu topraklarda, çılgınların sağladığı evimiz Türkiye’de çıldırmışlar çok etkili.

Sadece “Çıldırmışlar” diyorum. Hiçbir ırk veya köken adı kullanmıyorum. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti’nin, göller ve adalar dahil 814 bin 578 kilometre kare olan toprakları üzerinde çeşitli ırktan ve kökenden insan yaşıyor. 2024 yılına göre 85 milyon 372 bin 377 kişi.

Sığınmacılar, göçmenler ve kaçak yollarla giriş yapanların eklenmesi ile bu sayının 90 milyonu geçtiği, belki de 100 milyona yaklaştığı söylenebilir. Yakın veya uzak gelecekte, yeni şiddet türlerine, kan ve gözyaşlarına neden olabilecek şeyler (!) oluyor ülkemizde.

Evinizin, iş yerinizin, okulunuzun, üniversitenizin, hastanenizin, fabrikanızın, üretim ve ibadet yerinizin kapalı bölümlerinden bahçeye, sokağa, caddeye çıktığınızda, otobüs, taksi ve dolmuş duraklarına vardığınızda, çılgınların sağladığı bir ülkede yaşayan çıldırmışların yaptıklarını somut olarak görebilirsiniz.

Yaptıkları iyi şeyler mi? Asla ve hayır, iyi şeyler değil, iyi olmayan şeyler. Çılgınlardan sonra gelen çok sayıdaki çıldırmışların yaptıkları şu. Yaşadıkları, çalıştıkları, eğlendikleri, piknik yaptıkları, gezdikleri yerleri çöplüğe, küllüğe çevirmek, yeşili, çiçeği, oturduğu, yediği, içtiği, dinlediği yerleri kirletmek. Çıldırmışların, suyu, toprağı ve havayı kirletmeleri ise bizlere bir vatan ve demokrasisi çok eksik de olsa bir Cumhuriyet bırakmış olan çılgın kahramanlara tam anlamı ile ihanet.

Çılgınların canları ve ömürleri pahasına yurt bıraktıkları toprakları, Cumhuriyet’in çok zor yıllarında kurulan kamu işletmelerini, devletin mallarını, binalarını yerli veya yurt dışındaki insanlara, yurttaşımız olmayanlara satmak veya uzun yılları kapsayacak şekilde kiralamak hangi kavrama girer? Bu kavram, bağımsızlık ve Cumhuriyet için mücadele etmiş çılgınlara ve bugün benim gibi düşünenlere, algılayanlara, üzülenlere, kaygılananlara asla uygun olamaz.

Hayvanlara yapılan eziyet, kıyım, katliam ise çok üzücü, çok korkutucu. Kadın, erkek kahramanların yaşadığı bu topraklarda, sokakta veya doğada yaşayan hayvanlara yönelik, kadın, erkek insan vahşeti sürüyor. İnsandan insana, erkekten kadına ve çocuğa yönelik şiddet de utandırıcı boyutlarda. Şiddet uygulayanlara erkek dediğime bakmayın, cinsiyet olarak erkek diyorum. Hani deriz, “erkek adam, mert adam”, benim erkek dediğim o anlamda değil. Kadına silah doğrultan, bıçak çeken, bize öğretilen erkeklikle ilgisi bulunmayan insan erkekler. Ne yazık ki, silahlı veya silahsız şiddet uygulayanları insan veya erkek olarak yetiştirmiyor toplum, aile, kamu yönetimleri.

Çıldırmışları her yerde görmek olası. Çok üzülmeli, utanmalı ve kaygılanmalıyız ki, çılgınların kurduğu Cumhuriyetin, çılgınların açtığı TBMM’de bile ağır sözel ve bedensel şiddet var. Bir milletvekilinin bir başka milletvekiline tekme ve yumruk vurması, bir milletvekiline birkaç milletvekilinin saldırması çılgınlık mı, çıldırmışlık mı?

Bir seçilmişin veya atanmışın, kendisini eleştiren, kendisinin kahraman dediğine “şiddet yanlısı, insanlık dışı biri” tanımlaması yapan yurttaşlarına, “soyu belirsiz, bozuk kişilikli” gibi sözler söylemesini, haydi yorumlayın, çılgınlık mı, çıldırmışlık mı?

Sizlere spor alanlarında, kent içi ve dışı trafikte, açık ve kapalı alanlardaki toplantılarda, kısaca toplumsal alanlarda üretilen şiddet örneklerini anlatabilirim. Şimdilik gerek görmüyorum. Çünkü, halkımızın büyük bir bölümü görüyor, duyuyor.

Şimdilik şöyle bir yorum yapayım. Çılgınların kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin sonlanmasını, parçalanmasını, ilkel toplumlar gibi yaşamasını isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor çıldırmışlar.

Ancak, evet ancak.

Bende, içimde, ikinci bir canlı var. İçimdeki ikinci canlı “Umut” diyor ki.

“Çılgınlar veya çıldırmışlar değil, sevgi, dostluk, akıl ve vicdan taşıyanlar, mutlaka, şiddetsiz yöntemlerle, bu topraklarda, yerin üstündeki gerçek cenneti başaracaklardır. Mutlaka.”

Haydi, bu topraklarda, yerin üstünde yaşayan, kadın-erkek, insan melekler, haydi!.