1 Mayıs İşçi Bayramı bütün yurtta kutlandı. İstanbul dışında bütün illerde olaysız kutlandı. İşçiler kendilerine izin verilen yerlerde toplandı, basın açıklaması yaptılar ve olaysız dağıldılar. İstanbul’da 1 Mayıs insanlara zulüm oldu. Hiç kimse işine zamanında ulaşamadı, gecikmelerle gidecekleri yere gittiler. Dönüş ayrı bir çile, insanlar çok büyük sıkıntı çektiler. Sebep vali. Şimdi ben soruyorum: 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda her yer serbest dense, işçi sendikaları Taksim’e çelenk koyup basın açıklaması yapacaklardı, sonra dağılacaklardı. Vali koyduğu yasaklarla elli binin üzerinde polisle sendikaların yapacakları toplantıları yaptırmamak için önlem aldı. Sendikalar da Taksim’e gidip anıta çelenk koyup basın açıklaması yapmaya çalışması üzerine olaylar çıktı. 500’e yakın gözaltına alınan insan oldu. Polis boşu boşuna meşgul edildi. Adliye boşu boşuna meşgul edilmiş oldu. Eğer tutuklamalar olursa, cezaevleri boşu boşuna işgal edilmiş oldu. Ben yaşamım boyunca bu tür yürüyüşleri engellemeyen, “Şu güzergahta yürüyün. Türk bayrağından başka hiçbir şey taşınmayacak.” diyen valilerin illerinde olay çıktığını görmedim, duymadım. İnsanların ne yapmak istediğini anlayıp kendi yetkilerini, hiç kimseden emir almadan karar veren valilerin illerinde bayram, ismi üstünde, olaysız bayram gibi kutlandı. İnsanların anayasal hakkı olan gösteri ve yürüyüş haklarını kanunsuz şekilde yasaklayanların illerinde bayram, bayram gibi değil, zulme dönüştü. Kimse işine zamanında gidemedi, evine zamanında dönemedi.

Eskiden 1 Mayıs bahar bayramıydı. Kış aylarında kar, buz, fırtınalı, yağışlı, soğuk günlerden sonra yaza geçişte, ilkbaharın başlangıcında kırlarda kutlanırdı. İnsanlar bayram sabahı hazırladıkları menülerle kırlara çıkarlardı. Önce sabah kahvaltısı için çay demlenir, kahvaltı yapılırdı. Sonra gençler oyun oynarlardı, büyükler de ortalığı toplayıp öğlen yemeği için mangalı hazırlarlar, salata yaparlardı. Bütün aileler mutlu, huzurlu bir gün geçirirlerdi. Biz el topu oynardık; bugünkü adı voleybol. Yakan top gibi oyunlar oynardık. Herkes eğlenmeye geldiği için mutlu bir gün yaşarlardı. Hiçbir olay yaşamadan insanlar çoluk çocuk huzur içinde evlerine dönerlerdi. Geçim sıkıntısı yoktu, herkes etini, ızgara malzemelerini alırdı. Komşuluk vardı, insanların birbirlerine saygısı sevgisi vardı. Çocuk çocukluğunu, büyükler de büyüklüğünü bilirdi. Nereden nereye geldik… Bugün sevgisiz, saygısız bir gençlik meydana geldi. Şahsi çıkarını her şeyin üzerinde tutup büyüğünü, küçüğünü saymayan bir toplum… Bunun en büyük zararını kendilerinin çekeceğinin farkında değiller. Yarın iş hayatına başlayınca, yaşlanıp küçüklerin kendilerine saygısız (kendileri gibi) davranınca anlayacaklar fakat iş işten geçmiş olacak. Atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacaktır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bu cennet vatanda Allah her şeyi vermiş bize. Bunların kıymetini bilip çalışıp üretmek düşüyor. Birbirimize çelme takmak, ileri gitmesini önlemenin faydası yok. Bir saniye gibi geçen ömrümüzde kötülük yapmak kul hakkına giriyor. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim Hûtema Suresi’nde en büyük dersi veriyor. Onun için ben her zaman “Ne oldum” demeden “Ne olacağım?” demeli diyorum. Hiç kimse yaptığı hayırlardan, sevaplardan başka hiçbir şey götüremiyor. Onun için iyilik yapıp iyilik bulmalıyız. Bu dünyada fırsat varken cennetin kapısını açmalıyız; iftira, yalan tanıklıkla cehennemin kapısını değil.