İnsana yönelik şiddet türlerinden birisi; düşünme ile başlayan, araştırma, gözlemleme, yazarak veya konuşarak süren ifade özgürlüğünün kullanılmasına engel olmak. Uyararak, baskı yaparak, tehdit ederek, korkutarak, bazen de özel ve ayrıcalıklı destekler sağlayarak susturmaya çalışmak.

Bu yöntemler, “iyi” olmayan insanların, “iyi” insanların beyinlerine, yüreklerine ve duygularına, dokunmadan şiddet uygulamasıdır.

“Evimiz Türkiye”, içinde hakaret, yalan, iftira ve tehdidin olmadığı eleştirileri, muhalefet etmek anlamındaki karşı çıkışları “hakaret” olarak algılayan etkinlerin ve yetkililerin de yaşadığı bir ülke. Oysa eleştiri ve şiddetsiz karşı çıkışlar da, direnme hakkının kullanılmasıdır.

İnsana yakışır ve olması gereken eleştirileri doğal kabul ederek, hoşgörü ve saygı ile karşılayanların yanında hakaret olarak algılayanlar da var canım ülkemde. Hukukta, siyasette, kamu kuruluşlarında, özel ve yerel yönetimlerde, yazılı, sesli, görsel ve sosyal basında, halkın içinde, kısaca toplumun her kesiminde.

Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı’nın 15 Mart 2025 Cumartesi günü Ankara’da düzenlediği “Meşru Direnme Hakkı” panelinde bu durum sıklıkla dile getirildi.

Geçen yazımda bilgilendirmeye çalıştığım panelde dillendirilen bazı görüşleri, isim belirtmeden paylaşmak istiyorum.

“İnsanlık tarihi hak, hukuk mücadelesidir.

Bir ülkede güçler ayrılığı bulunmuyorsa o ülkede demokrasi yoktur. Anayasalar toplumların sözleşmesidir ve herkesin güvencesi olmalıdır.

Halkın çok büyük bir bölümü yoksullaştırıldı. Yoksulluğun nedeni, hukuksuzluk ve yolsuzluktur. Hukuk; adaleti, toplumun örgütlenmesini ve dayanışma içinde hareket etmesini sağlamalıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi işlevsiz hale getirildi, yargıya güven inanılmaz derecede azaldı. Yargı siyasallaştı.

Çocuklarımızın yarınları tehlikede. Kuşaklar arasındaki kopukluk çok fazla. Böyle etkinliklerde gençleri göremiyoruz.

Hukuk karşısında kimse dokunulmaz olmamalıdır. Herkes aynı hukuka ve kurallara uymalıdır.

Şiddetsiz direnmek bir hak ve ödevdir. Demokratik toplumlarda dayatma  yoktur.

TBMM bütçe hakkını savunmalı ve korumalıdır. Toplum, örgütlü olarak, bütçenin hazırlanması, görüşülmesi, uygulanması ve denetlenmesi süreçlerine katılmalıdır. Bütçe hakkı bir direnme tarihidir. Bütçede, halkın istek ve önerileri doğrultusunda önce harcamalar belirlenmeli, sonra gelirler.

Sermayenin ekonomi politikalarına karşı halkın direnme hakkı bulunmaktadır. Vergi yükü büyük ölçüde halkın sırtında. Türkiye maaşlar açısından bir cehennem, sermaye için bir cennet. Halkın istemlerini önceleyen, kamucu, emek yanlısı politikalara gerek var. Ekmeğimiz büyük, ancak paylaşımlar adaletsiz.”

Gözaltılar, tutuklamalar olağanlaştı. Basında örgütlülük çok zayıf. Gazeteciliği  zorlaştıran yasal düzenlemeler var. Gazetecilikle ilgili olarak getirilen yasalar istendiği gibi yorumlanabilir. Yurttaş gazeteciliği gelişiyor. Gerçek gazeteciliğe zarar veren troller, sansür ve oto sansür uygulamaları var.”

Yazının bundan sonraki bölümünde söz yine  bende.

İnsanların, başkalarına, hayvanlara ve doğaya zarar vermeden  özgür yaşamasına, konuşmasına ve yazmasına engel olmak; aslında  çok değerler yitirilmesi, gelişim sağlanamaması, çokça da acı çekilmesi, kan ve gözyaşı  dökülmesi demek.

Oysa, konuşan, konuşabilen toplumlar, önce kendi aralarında, daha sonra diğer toplumlarla iletişim kurabilir, şiddetsiz amaçlarla örgütlenebilir, demokrasiyi, adaleti, güvenliği, bilimsel gelişmeleri sağlayabilir, yoksulluğu ve yoksunluğu önleyebilir.

Hep iki kişi olalım, her zaman ve her yerde. Biri sen, diğeri içindeki umut.

Haydi melekleşmiş insanlar, her şeye karşın, yerin üstündeki gerçek cennet için, her yerde ve her zaman, kadın ve erkek birlikte, dayanışma içinde, haydi…

 

  Panelin konuşmacıları ve katılımcıları. Fotoğraf: Gazeteci A.Cevat Uğraş.