Bir, elimizi vicdanımıza koyalım ve dürüst olalım yazısı daha… Konumuz “kurnazlık”. Daha doğrusu kurnazlık denilerek kamufle edilen, dolandırıcılık, yalancılık, günü kurtarmacılık, ahlaksızlık…
Neden bu topraklarda sürekli dolandırılma hikâyeleri okuyor ve duyuyoruz hiç düşündünüz mü? Neden galata kulesini, boğaz köprülerini, çalıntı arabaları, olmayan konutları, ot bile bitmeyen tarlaları, bizlere amiyane tabirle kakalıyorlar? Parti ayırımı yapmaksızın her yerel ve genel seçimde bize lütufmuş gibi söylenen hemen hiçbir şey neden olmuyor?
Peki, o politikacılar neden ve nasıl sürekli aday olup yetmezmiş gibi bir daha seçiliyor? Neden “çalıyor ama çalışıyor” gibi dünyanın en saçma cümle kalıplarından birini söylemekten utanmıyoruz ve “sanki o çaldı da yeni gelen çalmayacak mı?” şeklinde bir kabulleniş yaşıyoruz? Neden müşterisini kazıklayan esnaflarımız var ve neden ambulansın peşine takılıp 5 aracı geçebilmeyi maharet sayıyoruz? Oruç tutarken bile bir açık bulmak için saçma sapan soruları neden soruyoruz hem de yıllardır? Her trafik çevirmesinde hemşericilik oynama çabamız, polisin üstlerinden birinin mutlaka enişte ya da dayımız olması yeteri kadar mide bulandırıcı değil mi? Neden arkadaş ortamlarımızda birini kandırdığımızı ballandırarak anlatıyoruz? Konsere, sinemaya, maça kaçak yollardan girmenin bu kadar prim yaptığı başka coğrafya var mı? Kopya çekme yöntemlerini yarıştırmak neden utanç vesilesi değil mesela? Askerde nöbette uyuyup bölük komutanına yakalanmamak neden bir övünç kaynağı? Yüzlerce soru daha yazabilirim de sıkmayayım sizi.
Herhangi bir hükümetin herhangi bir ideolojinin sorunu değil bu. Maalesef kanımıza işleyen bir ahlak sorunu. Özellikle cahil bırakılan, özellikle ülkenin zenginlikleri kullandırılmayan, hep kanaatkârlığa alıştırılan, daha fazlasını kazanma imkânı varken üç kuruşa mahkûm edilen, refah içinde yaşayacakken tek göz odaya kapatılan, yeteneklerini sergilemesine izin verilmeyen, var olan birikimine katkı yapması istenmeyen, okumasın, sorgulamasın, düşünmesin, gerektiğinde itiraz etmesin, dünyayı bilmesin, görmesin, anlamasın istenen ve sadece bir güruh haline getirilen insanlarız da ondan. Diğerinin ensesine vurup lokmasını almanın herkese cazip geldiği, “eşitlik” naraları atılan ama fakirin zenginle eşit olunmasının asla istenmediği bir toplumuz da ondan. İlk kıstasın güya ahlak olduğu ama ahlaksızlığın pirim yaptığı, “o ne anasının gözüdür” denen kişilerin hep bir yerlere geldiği, uyanıklığın liyakati silip süpürdüğü, şort giymenin ahlaksızlık olarak sayılıp, küçücük çocuklara edilen tecavüzün üzerinin kapatıldığı, güya günahtan korkup, sürekli dedikodunun yapıldığı, yükselmek için kuyu kazmanın, iftira atmanın, birilerine yalakalık yapmanın, mubah sayıldığı, işe girmek, girdiğin işte yükselmek için “adam” bulabilmenin maharet sayıldığı, zafere giden her yolun şerefli olduğunun düşünüldüğü bir toplumun parçasıyız da ondan. Sağ elin verdiğinin sol ele ve diğer insanlara özellikle gösterildiği, fakirliğin övülüp lüks içinde yaşanıldığı, cennet kavramının politize edildiği, komşumuz kuru ekmeğe muhtaçken milyonluk sofraların kurulduğu, bize hep sevap, ellere sürekli günah zannedildiği bir ortamda yaşıyoruz da ondan. Kolay para kazanmak, yükselmek, saygınlık elde etmek, kendince başarı yakalamak için kestirme ve ahlak dışı yollara sapmanın tek çareymiş gibi hissettirildiği garibanlarız da ondan.
Ahlak dışı yollara sapmadan, sadece çalışarak ve kendini geliştirerek bir yerlere gelen kaç insan tanıyorsunuz? Çalmadan, çırpmadan, ahlaksızlık yapmadan, kimseyi kandırmadan, dolandırmadan rahat yaşayan kaç kişi var sahi? Siz bunu düşünedurun ben de sosyal medyada birebir yaşadığım ve ülkenin en büyük sorunlarının başında geldiğini düşündüğüm bir konuyu, nasıl kimseyi incitmeden yazacağımı bulmaya gayret göstereyim. Haydi, kalın sağlıcakla.