Erdoğan’ın siyasette yükselişi ve AKP’nin iktidara gelişi temel olarak “biz vesayete karşıyız” ilkesi ve söylemi üzerine bina edilmişti.Sadece muhafazakar ve dindar kesim değil, liberal ve sol kesimlerdeki demokrasi savunucuları dahi AKP’nin bu söylemlerine itibar ederek, bu söylemin, partinin ve Erdoğan’ın arkasında durmuşlardı.

Erdoğan’ın siyasette yükselişi ve AKP’nin iktidara gelişi temel olarak “biz vesayete karşıyız” ilkesi ve söylemi üzerine bina edilmişti.Sadece muhafazakar ve dindar kesim değil, liberal ve sol kesimlerdeki demokrasi savunucuları dahi AKP’nin bu söylemlerine itibar ederek, bu söylemin, partinin ve Erdoğan’ın arkasında durmuşlardı.

Aradan geçen zamanda görüldü ki AKP sadece ve sadece vesayet odağı olarak seküler dünya görüşünü savunan askeri ve sivil bürokrasiyi görmüş, ulusal egemenlik karşısındaki en büyük vesayet tehdidinin tarikat, cemaat ve benzeri dini yapılanmalar ile şeyh, şıh ve benzeri din adamlarından kaynaklandığını hiç mi hiç düşünüp, kabul etmemiş.

Zaten sonradan ortaya çıkan FETÖ gerçeklerinde de gördük ki, ulusal egemenlik haklarının kullanımı ulusal iradeyi hiçbir şekilde temsil etmeyen, dahası demokrasi ve halk egemenliği düşmanı bir avuç cemaat ve tarikat üyesine teslim edilmiş.

Oysa ulusal egemenlik kural koyma ve yasa yapma hakkı başta olmak üzere tüm egemenlik haklarının ulusa ait olmasını gerektirir. Bu haklara müdahale ve bu hakların kullanımını engelleyecek vesayet odaklarına müsamaha kesinlikle kabul edilmez.

Bu konuya nereden geldin derseniz; malum yasalara ve akla aykırı bir şekilde tek bir imza ile İstanbul Sözleşmesinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti imzasını çekti, artık bu sözleşmenin paydaşı değiliz dedi.

Bu karar iktidarın bir avuç tarikat, cemaat ve radikal dinci örgütlenmenin vesayeti altında olduğunun ve akıldan, mantıktan nasıl hızla uzaklaştığının en önemli göstergesidir.

İstanbul sözleşmesi aklı başı yerinde, makul, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine itibar eden herhangi bir kişinin karşı çıkabileceği bir sözleşme değildir.

Bu sözleşmeye karşı çıkanlar arkaik hukuk normlarının peşinde koşarak, insanlığın tüm çağdaş hukuki kazanımlarını ortadan kaldırmaya uğraşanlardır. Bu sözleşmeye karşı çıkanlar kadın ve çocuklara karşı aile içi şiddeti makul gören şeyh, şıh, imam, papaz, haham gibi din adamlarının izinden yürüyenlerdir. Bu sözleşmeye karşı çıkanlar kadınların çocukların yerine, tarikat ve cemaatlerin yanında yer alanlardır.

Bakın bu sözleşmeye karşı çıkıyorsanız o zaman insan hakları evrensel beyannamesini de tanımıyorum deyin, Avrupa Konseyinden çıkın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin otoritesini reddedin ve hatta NATO ve benzeri örgütlenmelerinden de elinizi ayağınızı çekin.

Çağdaş tüm kurum ve değerleri terk edin gidin, orta doğunun kanlı yoksulluk bataklığına demirleyin. Niyetiniz buysa, bu niyeti aynı Ayasofya İmamının açık ve net bir şekilde ifade ettiği gibi doğrudan ifade edin ki halk sizin kim olduğunuzu, neyin peşinde koştuğunuzu görsün ve tercihini ona göre yapsın…

Kalkınmak, zenginleşmek ve mutlu olmak isteyen bir halkın bu tip arkaik görüşlerin peşine takılarak bu istediklerine ulaşması mümkün olabilir mi?

İşin açığı AKP’nin yaldızları hızla dökülmekte, foyası ortaya çıkmaktadır. Gittikçe otoriterleşen, daha radikal ve marjinal fikirler ile grupların peşine takılan AKP iktidarının bu ülkeyi felakete sürüklemekte olduğu aşikardır.

Faiz ve ekonomi meselelerinde de AKP’nin çelişik davranmasının temel nedeni bu görüştür. İktidar rasyonel akıldan iyice kopmuş görünmektedir. Sorunları çözemedikçe oluşan memnuniyetsizlik dalgası oylarını düşürmekte, iktidara karşı tepkileri arttırmaktadır. İktidar sorunu çözemedikçe otoriterleşmekte ve daha marjinal politikalara başvurmaktadır.

Erdoğan’ı iktidara yürüten süreç milli görüş gömleğini çıkarması, muhafazakar demokrat kimliğe bürünmesidir. Çok eskilerde sarf ettiği “demokrasi ineceğimiz yere kadar bineceğimiz trendir” söylemi hala akıllardadır, Erdoğan’ın inmeyi planladığı durağa gelindiğini düşünmekte olduğu anlaşılıyor. Lakin demokrasi treninden inmeye kalkanların kendilerini hangi meçhul durakta bulacağı ve nelerle karşılaşacağı son derecede belirsizdir.

Demokrasi sadece ekonomik, siyasi ve hukuki hakları korumaz, demokrasi aynı zamanda siyaset yapanları, yazanları, çizenleri, düşünenleri ve söz söyleyenleri de korur, onların haklarını savunur. Demokrasinin olmadığı ortamlarda gücün kimlerin eline geçeceği ve kimin ne bedel ödeyeceği hiç belli olmaz.

En yakın örneğini 15 Temmuz gecesi FETÖ kalkışmasında yaşamadık mı? Es kaza bu kalkışma başarılı olsa, ülkemizde demokrasi ortadan kaldırılsa ve iktidar FETÖ mensuplarının eline geçse Erdoğan dahil bir çok siyasetçinin hali nice olurdu?

Türkiye Büyük Millet Meclisini bombalayan, Özel Harekat polisinin üzerine bomba yağdırarak bir çoğunu şehit eden FETÖ mensupları düşman olduğu siyasilere ne yapmazdı?

Netice olarak iktidara ve küçük ortaklarına naçizane tavsiyem; Ulusal egemenlik karşıtı vesayet odakları olan din adamları, tarikat ve cemaatlerin peşine takılmayın, bunların vesayetçi girişimlerine olanak tanımayın, demokrasi treninden inmeyi hiç düşünmeyin, lütfen ulusumuzun geleceğini karartmayın…