Ekinler biçilir, harman kaldırılır…

Köyün erkekleri için tam dinlenme zamanı diyeceksiniz değil mi? Hiç de öyle değilmiş!

Köyde bu işler bittiğinde, gurbet zamanı başlarmış…

Gurbet
Sivas ili, Şarkışla ilçesine bağlı Hüyükköy…

Köyün erkekleri üçer beşer bir araya gelip, sırtlarına içine kürek ve bellerini yerleştirdikleri yorganlarını sarmalayıp, sırtlarına vurur, Adana-Mersin yollarına düşerlermiş. Köydeki kendi tarlalarının ardından Adana bahçelerinde çalışmaya…

Kış orada geçirilecektir. Oralarda tarla sahibinin onlara göstereceği yerde, ‘dam’da yatıp, sabah erkenden kalkıp, bahçelerde çalışarak…

Biraz biriktirince para, bahar gelirken dönülecektir anca.

Yani yeniden köyde tarla, saban işleri başlayınca…

Ressam Süleyman Karakul Hüyükköylü. Karakul’un anılarında ve tablolarında bu geliş-gidişler var. Öyküsünü bilmeyince hoş bir resme bakar gibi bakıp geçebilecekken, öyküsünü öğrenince her bir detaya derin bakılacak, derin düşüncelere dalınacak tablolar.

Gidenler köyün erkekleri.

Hüyükköy’de köylü, çiftçi, Adana’da gündelik işçi.

Ama köyünde ayrıca koca, baba veya evlat…

Dönüşleri mart ayındadır. Mart, kendi tarlalarında çalışmaya başlayacakları zamandır çünkü…

Bu dönüşü evdeki herkes farklı bekler.

Köyde bayram havası

Mart ayı. Kar henüz kalkmamıştır.

Biri bağırır!

“Adanacılar geliyor!”

Varsın kar kalkmamış olsun, bir anda yürekler ısınır. Köyde bayram havası eser adeta. Köydeki bütün çocuklar, her ne yapıyorlarsa, neredelerse fark etmez, yola doğru, büyük bir heyecanla koşmaya başlarlar.

Eşler…

Heyecanlı! Kocaları geliyor. Aylardır görmediği…

Kapılara çıkarlar. Karşısında kocası, evinin erkeği, yeni ceketiyle, ceketinin yakasında taze bir çiğdem çiçeğiyle…

Evde temel ihtiyaçlar nerdeyse bitmiş, yemek yapmak için bir şey kalmamış, erzak tükenmiş. Belki aydınlatma için yağ bile kalmamış. Hepsi gelmiştir! Başka ihtiyaçlar da vardır elbet. Onlar için de kasabaya gidilebilecektir artık.

Çocuklar…

Ayrı bir heyecan! Babaları geliyor. Giydikleri ayakkabıları eskimiş, belki yırtılmış. Artık kışlık mı olur yazlık mı belli değil, bakalım ne çıkacak yorganın içinden?

Babası gelenler sarılıp, sarmalaşır, yolda ayak üstü hasret giderilir. Eve geçilir…

Dile kolay, yılda bir kez yaşanan heyecan!

Düşünsenize bu gerçek, Noel Baba yalan!

Babası gelmeyenlere dair bir anı

Babası gelenlerin yanında bir de hayal kırıklığı yaşayanlar vardır. Gelenler arasında babasını göremeyen çocuklar. Cep telefonu da yok ki bir haber alınsın!

“Adanacılar geliyor!” diye bağırmaları duyunca, müthiş bir heyecan dalgası sarar köyü, tüm çocuklar çılgınca koşar. Gelenleri görene dek. Gelen 3-5 kişi arasında baba yoksa gelecek sefer beklenecektir mecburen…

Karakul, görüşmemizin ardından ‘nasıl anlatmadım!’ diye hayıflanarak aradı. Hüzünlü mü hüzünlü bir anısını anlattı. Yazıyı tamamlamıştım aslında ama bu anıyı eklemekten başka şansım yoktu…

Çok hüzünlü bir anı

Küçük Süleymanların ev aşağı mahallede, babaların geliş yeri üst mahallede.

“Adanacılar geliyor!”

Küçük Süleyman ve arkadaşlarını heyecanlandıran, her ne yapıyor veya oynuyorlarsa bıraktıran o ses! Kar-kış kimin umurunda, koşmaya başlamışlar yukarı mahalleye, karlara bata çıka.

Yeter… Süleyman’ın kız kardeşi. 5-6 yaşlarında. O hasta. Yorgan döşek yatıyor.

Sesi o da duymuş. Kalkmış yataktan, düşmüş köyün çocuklarının peşine.

Üstünde sıcak tutacak bir şey yok, ayağı da çıplakmış üstelik. Süleyman’ın annesi durumu fark ettiğinde Yeter epeyce üşütmüş…

Gelenler arasında Süleyman ile Yeter’in babası yokmuş ama daha kötüsü Yeter’in durumuymuş. Akşam ateşi daha da artmış, durumu iyice kötüleşmiş. Köyde sağlık ocağı, doktor ne arasın, hoca gelmiş, başında dualar okunmuş bolca. Ertesi gün yine ateşleri içinde yanıyor, bir başka köye taşımışlar zorla, daha çok dualar okunsun diye…

Zavallı Yeter o günü çıkaramamış.

Kışın toprak sert, zorla kazılmış küçücük mezarı.

Küçük Süleyman, küçük kardeşinin ismini, küçük bir kâğıda yazmış, başına dikilen tahtaya tutturmuş.

Keskin kış rüzgarları önce isimliği uçurmuş, sonra mezarı düzlemiş.

Bahar gelmiş, Yeter’den iz kalmamış. Mezarını bulamamışlar bir daha…

Sepet ile yorgan

Gelen babalar…

Babanın elinde sepet, bir de açılacak yorgan…

Narenciye var sepetin içinde. Köyde, köyün civarında yetişmeyen, köye bir tek o sepetin içinde yılda bir kez gelen. Nasıl da sulu ve lezzetlidir onlar. Babaları uyarsa da çocuklar portakalların lezzetinden kendini alamaz, kabuklarıyla yerler.

Heyecan bitmemiştir henüz. Sırada ‘soğuk’ veya ‘sıcak kuyu’ beklentisi vardır. Ayakkabı! Sıcak kuyu, astarlı olan. Sıcak tutan. Kışlık. Ama pahalı. Genelde yorganın içinden daha az çıkan…

Baba, bir de gelirken kasabadan somun ekmek almıştır. Köydeki ekmekten farklı, içi bembeyazdır. Nereden bulacaksın başka zaman, yufkaya katık edilir…

Çerez de çıkabilir sarılı yorganın içinden. Kırık leblebi, üzüm…

Yazının ana kaynağı olan söyleşimizi, Adanacılar’ı, tablolardan birine bakarak, Karakul’un anlatımıyla dinlemek isterseniz bağlantı vereyim.

https://www.youtube.com/watch?v=9zuulkugUMM

Adanacılar, yorgun.

Az sonra gelen trenle köylerine bir adım daha yaklaşacaklar. Ardından birkaç kilometre yürüyüş. Yürüyüş onları yormayacak! Sırtlarında yorgan, yorganın içinde bel ile kürekle, kim bilir başka neler olsa da.

Sırtları elleri varsın dolu olsun, yeni ceketlerinin yakalarına gözlerine ilişen en güzel kır çiçeğini, belki bir çiğdemi iliştirmeyi ihmal etmeyecekler. 

Sonra…

Köylerine varacak, sırtları, elleri boşalacak, çocuklarına, hanımlarına sarılacak, bütün yorgunluklarını unutacaklar.

Not… Yıllar içinde güneye gidişlerin yerini büyük kentlere veya Almanya’ya göç alır. Onların her birinin hikayesi de elbette birbirinden farklı olacaktır…

Kaynaklar
* Süleyman Karakul ile söyleşi, Ocak 2025.

* ‘Ressam Süleyman Karakul 'Adanacılar' tablosunu anlatıyor’, www.youtube.com/watch?v=9zuulkugUMM

* ‘Süleyman Karakul’, www.sanatgezgini.com/marketplace/seller/profile/suleyman-karakul