“Taş ve sopa kemiklerimi kırabilir ama ölüm beni incitemez, hiçbir zaman.” — Friedrich Nietzsche —
Christopher Nolan’ın yönetmenliğini üstlendiği Oppenheimer filmini eşimle birlikte izledik. Filmin anakronistik yapısına ya da teknik hatalarına girmeyeceğim. Ancak bazı sahnelerde derinden işlenen “küçük düşürülme” ve onun doğurduğu “intikam” duygusu, üzerinde düşünmeye değer bir katman oluşturuyordu.
Filmin karakterlerinden biri, toplum önünde birkaç kez küçük düşürülüyor. Bu durum karakterde dissosiyatif tepkiler yaratıyor. Aslında bu, yalnızca bir film kurgusu değil; hayatın tam ortasından bir kesit.
İş dünyasında ya da özel yaşamda, birini küçük düşürmek, çoğu zaman sonun başlangıcıdır.
Toplumun en küçük birimi olan aileden başlayarak, makro ölçekte tüm sosyal yapılarda küçük düşürülme, tamiri zor duygusal yıkımlara sebep olur. O kişi artık duygusal bağını kaybeder. Ve o an, intikam duygusunun kıvılcımı çakar. Artık tüm yollar, meşru ya da değil, zihninde geçerli hale gelebilir.
Geçtiğimiz haftalarda, bir proje imalatçısı firmada toplantıya katıldık. Bu anıyı birkaç yerde anlattım ama burada da kaleme almak istiyorum.
Toplantı başlamadan önce, patron olmayı çalışanını aşağılamakla karıştıran biri, zihninin pırıltısıyla değil, dilinin zehriyle konuşmaya başladı. O odada üstünlük kurmak için, hiçbir gereği yokken personeline yüksek sesle şöyle çıkıştı:
“Çıkar ellerini cebinden, şurada ayakta bekle!”
Oysa o genç, yalnızca teknik bilgi verirken gayriihtiyari olarak ellerini cebine koymuştu. Hangimiz yapmıyoruz ki bu beden dilini?
Bu yersiz çığırtkanlıktan sonra toplantı, buz gibi bir atmosferde sürdü. Ekibimden biriyle birlikte toplantı biter bitmez oradan ayrıldık desek yeridir.
Aynı lokasyonda, Teknopark koridorlarında patenleriyle kahvesini almaya giden üretken zihinler var. Bir yanda özgürce fikir üreten, bir yanda ise elleri cebinde diye karakterine pranga vurulan zihinler…
Sonra da “emek verdik, yıllarca yetiştirdik ama başka firmaya gitti” deniyor.
İşte bu yüzden, her alanda birincil önceliğimiz insan mühendisliği olmalıdır. Yani insana değer vermek, onun kırılganlığını anlamak ve ona saygı duymak…
Ailede, dostlukta, iş hayatında problemler elbette yaşanabilir. Ancak bu sorunları baş başa, sakince konuşmak varken; başkalarının önünde karşı tarafı küçük düşürmek yalnızca yıkıcı bir liderlik biçimidir. Bu, tiranlara özgü bir yaklaşımdır; medeniyet zincirinin halkasında yer alanlara değil.
Filmin merkezinde bir atom bombası var ama onun gölgesinde insan doğasına dair çok daha sarsıcı temalar işleniyor. Toplumların travmaları kadar bireylerin kırılganlıkları da perdeye yansıyor.
Ve belki de en büyük bomba, duygusal bağları koparan o ilk cümle oluyor.
Çünkü bazı cümleler vardır ki, mermi gibi sessiz çıkar; hedefini geç vurur ama en çok iz bırakanlar da onlardır.