Sevgili dostlar,
Fotoğraf bazen bir yüzü anlatır, bazen de bakışların arkasında saklanan kelimesiz bir cümleyi…
Çoğu zaman, bir anın en çok konuşanı sessizliği olur. İşte o sessizlikte, deklanşöre basmadan önce hissedilen duraklama, bazen bir ömrün en doğru zamanıdır.
Her fotoğrafçı, zamanla şunu fark eder: Asıl mesele gördüğün değil, hissettiğindir.
Ve insan ancak içinden geçtiği duygularla net görür kadrajını.
O yüzden teknikten önce bir duygu gerekir; çünkü duygusuz bir kare, ne kadar kusursuz olursa olsun eksik kalır.
Tıpkı konuşmadan dinleyemeyen bir insan gibi…
Bugünlerde birçok kişi makineleri, lensleri, ayarları konuşuyor.
Ama bazen en iyi teknik, hissetme becerisidir.
Bir çocukla göz göze gelmek, yaşlı bir elin titremesini fark etmek, gölgede saklanan bir hayatı sezmek…
Bu; eğitimle değil, dikkatle, merakla, içe dönük bir bakışla gelişen bir şeydir.
Fotoğraf, sadece dışarıyı değil içeriyi de gösterir.
İçimize tuttuğumuz aynadır çoğu zaman.
Her çekim bir karşılaşmadır.
Kimi zaman kendinle, kimi zaman başkasıyla, çoğu zaman da zamana sıkışmış bir duyguyla.
Bir sokağın köşesinde denk geldiğimiz yaşlı bir çift, camdan dışarıyı izleyen bir çocuk ya da günbatımında elleriyle gökyüzünü tutmaya çalışan biri…
Hepsi birer hikâyedir aslında.
Ama o hikâyeyi görebilmek için acele etmeyi bırakmak gerekir.
İyi bir fotoğrafın ardında çoğu zaman yalnızlık vardır.
Sessizce beklemek, bakmak ve bir şey demeden anlamaya çalışmak.
O yüzden en anlamlı kareler; çok konuşulan, çok planlanan anlardan değil, akışa teslim olunan durumlardan doğar.
Çünkü bazen görüntüyü sen çekmezsin; o görüntü seni bulur.
Fotoğraf aynı zamanda bir tanıklıktır.
Bir olayın, bir duygunun ya da bir çağın tanığı olmak…
Bu tanıklık yalnızca belgelemekle değil, yorumlamakla da ilgilidir.
Bir fotoğrafçı; gördüğünü değil, gördüğünden ne hissettiğini aktardığında iz bırakır.
Ve şunu da unutmamak gerekir: Fotoğraf yalnızca objektifin önündekini değil, arkasındakini de anlatır.
Yani sen hangi ruh halindeysen, hangi düşüncedeysen, nasıl bir yaşamdan geçiyorsan; o da kadrajına siner.
Kimi zaman bir titreme, kimi zaman bir tereddüt ya da kararlılık…
Tüm bunlar, izleyiciye fark ettirmeden ama mutlaka geçer.
Belki de bu yüzden bazı fotoğraflar yıllar geçse de unutulmaz.
Çünkü o karede sadece bir görüntü değil; zamanın içinden sızan bir hakikat vardır.
Bu hafta fotoğraf çekerken, “Ne görüyorsun?” sorusundan önce şunu soralım kendimize:
“Ne hissediyorsun?”
Çünkü his olmadan ne ışık bir anlam taşır, ne netlik, ne de kompozisyon.
Geriye yalnızca bir görüntü kalır.
Ama biz görüntü değil, anlam peşindeyiz.
Ve bazen de en iyi kare, hiç çekilmeyendir.
Çünkü bazı anlar, sadece tanıklık etmek içindir; yalnızca kalpte bir iz bırakmak için gelir geçer.
O iz, her kareden daha kıymetlidir.
Sessizlikte Kalan Kareler
Mustafa Bayram
Yorumlar