Her sabah aynaya baktığınızda yalnızca fiziksel görüntünüzle değil aynı zamanda kendinize dair taşıdığınız düşüncelerle de karşılaşırsınız.
Dışarıdan sıradan bir bakış gibi görünse de o an çoğu zaman içsel bir muhasebenin başladığı noktadır.
O aynadaki kişi gerçekten de yeterli mi?
Başkalarının beklentilerine, toplumun çizdiği kalıplara hatta kendi içinizdeki eleştirel sese uygun mu?
İşte bu sorular gün boyunca taşıyacağınız duygusal yükün temelini oluşturur.
Yeterli hissetme ihtiyacı yalnızca bireysel bir çaba değil aynı zamanda çocuklukta şekillenen duygusal temellerle yakından ilişkilidir.
Küçük yaşlarda alınan onaylar ya da eksikliğini hissettiğiniz takdirler zamanla içsel sesinize dönüşür.
Bugün bir yetişkin olarak aynada gördüğünüz kişi ne kadar başarılı, güzel ya da yeterli olursa olsun o iç ses eğer sürekli eksiklik fısıldıyorsa tatmin duygusu kolay kolay ortaya çıkmaz.
Çünkü yeterlilik sadece dış görünüş ya da statüyle ilgili değildir.
Kişinin kendine nasıl baktığı, ne kadar merhamet ve anlayış gösterdiğiyle de doğrudan bağlantılıdır.
Psikolojide öz-değer, bireyin kendini olduğu haliyle kabul edip edememesiyle tanımlanır.
Aynaya baktığında kendi kusurlarını, hatalarını ya da eksik yanlarını görebilmek değil onlarla var olabileceğini kabul etmek esastır.
Ancak çoğu zaman zihin ‘’daha fazla, iyi, düzgün’’ olma baskısıyla hareket eder.
Bu da aynadaki görüntünün hiçbir zaman tam olarak ‘’yeterli’’ görünmemesine neden olur.
Gözaltındaki morluklar, ifadenin yorgunluğu ya da fiziksel detaylar bu algının yanılsamalarıdır.
Oysa sorun çoğu zaman aynadaki görüntüde değil o görüntüyü yorumlayan zihindedir.
Kimi zaman aynaya uzun uzun bakarız ama baktığımız kişiyle bağ kuramayız.
Gözlerimizin içine baktığımızda orada bir boşluk hissederiz.
Bu hissin temelinde, kişinin kendine karşı geliştirdiği koşullu sevgi anlayışı yatar.
Başarırsam değerliyim, güzelsem yeterliyim, beğenilirsem sevilirim…
Oysa insan, tüm bu koşullar olmadan da sevilmeye ve kabul görmeye ihtiyaç duyar.
Gerçek özgüven de buradan doğar: Şartlara bağlı olmayan bir varlık değeri.
Aynadaki yansımanın yeterli olduğunu hissedebilmek için önce içsel diyaloğunuzu dönüştürmeniz gerekir.
Kendinize yönelttiğiniz eleştirilerin yerine anlayışı, yargıların yerine kabullenişi koyduğunuzda aynadaki yüz daha tanıdık, daha sıcak hale gelir.
Elbette bu hemen olmaz.
Ama zamanla “daha fazlası” olma çabası yerini “olduğum haliyle iyiyim” anlayışına bırakır. Çünkü en gerçek dönüşüm, başkalarının sizi nasıl gördüğü değil, sizin kendinize nasıl baktığınızla başlar.
Aynaya bakmak bazen kendinle yeniden bağlantı kurma fırsatıdır.
Bu bağlantı yeterli olma çabasını bırakıp, kendini olduğun gibi kabul etmekle başlar.
Asıl soru, “Kime göre yeterli?” olmalı.
Çünkü çoğu zaman başkalarına değil kendimize bir şeyleri kanıtlamaya çalışırız.
Oysa belki de en çok duymamız gereken şey şudur: “Olduğun halinle de varsın ve bu yeterli.