https://sonsoz.com.tr/her-sey-bana-yabanci-size/ ‘Herşey bana YABANCI size?’ ve https://sonsoz.com.tr/biraz-daha-camus-alir-miydiniz/‘Biraz daha Camus alır mıydınız?’ yazılarımdan ne denli ‘Camusever’ olduğumu...

https://sonsoz.com.tr/her-sey-bana-yabanci-size/ ‘Herşey bana YABANCI size?’ ve https://sonsoz.com.tr/biraz-daha-camus-alir-miydiniz/

‘Biraz daha Camus alır mıydınız?’ yazılarımdan ne denli ‘Camusever’ olduğumu bildiğiniz bendenizin eline çok ilginç bir kitap daha geçti… Kitap tanıtımını aşağıya alıyorum… Cep kitabı formatında ve illüstrasyonlar var içinde. Bir batında kolay okunan bu biyografik romanı okursanız birlikte izleyecek yazılarda tartışırız. Yoksa gelecek yazılarda benim anlatacaklarımı dinlersiniz…

‘20.yüzyıl en popüler felsefi akımları egzistansiyalizm

( varoluşçuluk ) ve absürdizm (saçmacılık) tı. Her iki akım dünya savaşlarının etkisiyle insanlarda oluşan anlam arayışının sonucu olarak ortaya çıktı… Bu felsefi anlayışlardan ve ayrıca Marksizm’den etkilenen Cezayir asıllı Fransız düşünür Albert Camus’nün biyografisi olan ‘Çekip Gidene Her Şey Mizah Kalıp Bekleyene Her Şey Şiirdir’(Gece Kitaplığı ISBN 978-625-7836-029) isimli yazar Tolga Bleda Öz tarafından kaleme alınan, biyografi türünün bir örneği cep kitapta, yüzyılın anlam sorununu bulabiliriz. Ölümünden sadece üç yıl önce Nobel Edebiyat Ödülü alan Albert Camus; hayatın anlamının olmadığı, varoluşun saçmalık olduğu düşüncesini hemen her eserinde dile getiriyor. Biyografi türünde yazılan bu kitapta; Camus’nün yaşamı, eğitimi, çalışma hayatı, gazeteciliği, yıllarca süren verem hastalığı, evlilikleri, ikiz çocukları, Cezayir’de hizmet işçisi olarak çalışan annesi ve düşünürün tuhaf bir trafik kazası sonucu bir Fransız kasabasındaki ölümü anlatılıyor. Eserde; yazdığı kitaplar, kitaplarında ortaya koyduğu fikirler anlatılırken yaşadığı dönemde dünya ölçeğindeki politik, ekonomik ve sosyal sorunlar karşısında takındığı tutum üzerinde de duruluyor. Albert Camus; çağının diğer ünlü Fransız düşünürleri J. P. Sartre ve onun hayat arkadaşı Simon de Beauvoir ile yakın ilişkiler kuruyor. O da dönemin pek çok fikir insanının etkilendiği diyalektik materyalizm, nihilizm, egzistansiyalizm, feminizm gibi akımların etkisini hissediyor. Yazar; İspanya İç Savaşı, dünyadaki diktatörlükler, Fransız sömürgesi olan Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi, Sovyet yayılması, Hitler Almanya’sı, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı gibi 20. yüzyılın en büyük olayları karşısında aktivist eylemlerde bulunmasa da gelişmelerden oldukça etkileniyor. Filozof daha çok hayatın anlamını arıyor ama herhangi bir yaratılış teorisine de bağlanamıyor. Bunun doğal sonucu olarak insanın anlamlı olmadığını bildiği, bir gün öleceğinden emin olduğu hâlde neden didinip durduğunu ve yaşama bir anlam katmaya çalıştığını anlayamıyor. Bazı absürt felsefecilerin yaptığı gibi intiharı bir yol olarak önermiyor; bu kısıtlı ve saçma hayatı sonuna kadar yaşamak gerektiğini söylüyor. Filozof kendisine en talihsiz gelen ölüm şekli olan trafik kazası sonucunda hayatını kaybediyor.’ Yazıyı, ustanın ünlü yapıtı ‘Sisifos Söyleni’ üzerine söylediklerini aktararak bu günlük sonlandırayım; ‘ Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız. Hayat bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa nihayetinde bir anlamı yok, anlamı olsa bile olması hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Hayat anlamsız bir şey fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yok.’