2022 yılının ilk günlerinde idik. Ankara’da bir bankanın gişesindeyim. Gişedeki kadın görevliye Şiddetsiz Toplum Derneği’nin vadesiz hesabının cüzdanını verdim. Hareket varsa işlesin diye. Derneğin adını okuyunca, yüzüme baktı, gayet sevimli bir şekilde “Var mı böyle bir dünya” dedi.

2022 yılının ilk günlerinde idik. Ankara’da bir bankanın gişesindeyim. Gişedeki kadın görevliye Şiddetsiz Toplum Derneği’nin vadesiz hesabının cüzdanını verdim. Hareket varsa işlesin diye. Derneğin adını okuyunca, yüzüme baktı, gayet sevimli bir şekilde “Var mı böyle bir dünya” dedi.

Yanıtım şu oldu.

“Bir dünya var, mutlaka bir gün böyle bir dünya haline gelecek, uzak yıllar sonrasındaki kuşaklar bunu sağlayacak. Umutlu olun.”

Kesinlikle, binlerce, milyonlarca yıl sonra olsa da, Dünya, belki de uzay, evren, gezegenler, gerçekten yaşanan birer cennet olacak.

İnsanlar; yasaların, anayasaların, uluslararası sözleşmelerin; kitaplıklarda, masalarda, bilgisayarlarda, bilimsel gelişmelerin üreteceği diğer yerlerde bulunduğu, çok az kullanıldığı veya hiç kullanılmadığı yıllara inanıyorum kesinlikle ulaşacak. Bizlerin görememesi elbette büyük bir talihsizlik.

İnsanlar, yüz yüze ve göz göze iletişimi, uygarlığın tepesine ulaşmayı, vicdanlı ve akıllı olmayı, emeği, emeğin ürettiklerini ve zamanı paylaşmayı başardığında, demokrasi, adalet ve güvenlikle ilgili sorunlar kalmadığında, insana, hayvana ve çevreye yönelik her türlü şiddet son bulacak. Gerçek insanlık tarihi işte o zaman başlayacak.

Acaba, sevgili Türkiye’min, gerçek insanlık tarihinin başlamasına katkısı bulunabilecek mi? Kaç annenin, kadının, babanın, erkeğin, siyasetçinin, bilim insanının, öğretmenin, eğitimcinin, işçinin, emekçinin, gazetecinin, sporcunun, sanatçının, kamu görevlisinin, gönüllünün emeği bulunacak böyle bir tarihin yaşanmasında ve yazılmasında.

Yasalar, anayasalar ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmaya çalışılan en önemli insan haklarından birisi; duygu ve düşünceyi yazılı veya sözlü olarak ifade etmek, anlatmak, paylaşmak özgürlüğüdür. Bu nitelik ve hak, kanımca tüm canlılar için yaşamsaldır. Daha farklı belirteyim, bir baskı ile kendini ifade edemeyen, duygularını, düşüncelerini anlatamayan ve başkaları ile paylaşamayan her insan, aslında ağır şiddet altındadır.

80 yaşına yaklaştığım uzun bir ömür içinde, yasa dışı veya yasaların istediği şekilde bilgi verilmemiş, gerektiği hallerde izin alınmamış hiçbir eyleme ve harekete katılmadım. Katılmam asla.

Ancak, böyle uzunca bir ömür içinde beni çok üzen, toplanma ve ifade özgürlüğüne aykırı birçok şiddet örneği gördüm. Medyada izledim. Kamu görevlilerinin, polisin ve jandarmanın, hak arayan, hak savunan ve hak koruyan şiddetsiz bir eylemi, hareketi zor kullanarak, istemediğimiz görüntülere neden olarak, açıkça şiddete başvurarak önlemeye çalışmasını çağımıza, insan hak ve özgürlüklerine, bu toprakların insanına hiç yakıştıramadım.

Bakıyorsunuz, şiddetsiz tepki gösterenler, gençler, öğrenciler, onlara engel olmaya çalışanlar, cop, tekme, el, gaz kullananlar da genç polisler. Bir kamu görevlisinin beş parmağının, bir gencimizin saçlarına adeta yapışmasını, gençlerin yerlerde sürüklenmesini, yakışmaz bir şekilde devletin aracına bindirilip uzman polisin, savcının ve yargıcın karşısına çıkarılmasını, ülkem ve geleceğimiz açısından korkarak karşılıyorum.

Diyorum ki, ülkemizin gençleri, öğrencileri ile genç polislerini böyle bir ortamda, şiddet içinde buluşturulmasına! son verilmelidir. Yine diyorum ki, bu durum, aslında iki taraf için de şiddettir. Şiddet yapan için de şiddet, şiddet gören için de zaten şiddet.10 Aralık 1948 tarihli “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 3 Eylül 1950 tarihli “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” ve diğer uluslararası bildirgeler, toplanma, gösteri ve ifade özgürlüklerini güvence altına alıyor. Anayasamız ve ilgili yasalar da, “Ancak” diye devam eden maddelere karşın, uluslararası sözleşmelere uygundur, kanısındayım. Sorun, birçok yasada olduğu gibi uygulamada.

Önceden bilgi vermek veya yerine göre izin almak, kanımca mutlaka yapılması gereken işlemlerdir. Neden?

10 Ekin 2015 tarihinde, izin alınmış, yer ve saatleri belirli bir açık alan toplantısı öncesi Ankara Garı önündeki patlamada 109 kişi yaşamdan koparıldı. Ben ve arkadaşlarım da sanki bir mucize sonucu, iki canlı bombanın vahşetinden kurtulduk. Çünkü patlamaların olduğu yere çok yakındık. Patlamada havaya fırlayan bir mermi çekirdeği, Oktay Yücel isimli bir sporcu arkadaşımın arka cebine girdi. Yere serdiğimiz, ağzında zeytin dalı olan güvercinli pankartımıza, kan, beyin ve beden parçaları düştü. Bedenlerimize bir şey olmadı, ancak yüreklerimiz yandı, yitirdiğimiz canlardan dolayı.

Açık veya kapalı, her etkinlikte bu tür tehlikeler, ülkemizde her vardı, belki bir süre daha varlığını yaşayacağız veya duyacağız. Bu nedenle, etkinlikleri düzenleyenler de, İçişleri Bakanlığı her zaman da özenli olmalı.

Şiddetsiz eylem yapan, acısını, mutluluğunu ve düşüncesini ifade etmek isteyenlerle güvenlik güçleri arasında örnek verdiğim ve asla yaşanmaması gereken görüntüler konusunda İçişleri Bakanlığı’na, geç kaldığım bir öneride bulunmak istiyorum.

Bakanlık, gençlerin, insanların, çevreyi ve doğal ortamlarını korumak isteyen annelerin, kadınların karşısına polis ve jandarmayı çıkarmamalıdır. Kent içinde veya kırsal alanda, tüm toplanma, gösteri ve ifade özgürlüğünü kullananların karşısına değil, yanlarına, yüksek düzeyde, yetkili kamu görevlisini, siyasetçiyi göndermelidir. Ziyaret eder gibi, çiçeklerle…Tehdit, gözaltı, itişmeler, yerlerde sürüklemeler, coplar, gazlar olmamalıdır. Diller konuşmalıdır, silahlar, araçlar, aletler değil. Diller, dost dili olmalıdır. İzin alınmamış veya bilgi verilmemişse, insanlar bilgilendirilmelidir, yasal işlemlere yönlendirilmelidir. Bu konudaki bilgi ve deneyim eksiklikleri anlayışla, hoşgörü ile karşılanmalıdır. Güvenlik birimlerine bilgi vermek ve gerektiğinde izin almak konusundaki bilgi eksiklikleri giderilmelidir. Onlara, güvenlik birimlerine bilgi verilmediği takdirde oluşabilecek şiddet tehlikeleri anlatılmalıdır. O insanların başka tehlikelere karşı sadece güvenlikleri sağlanmalıdır. O insanlar, gençler, kadınlar susturulmamalı, açıklamalarına izin verilmeli, konuşturulmalıdır.

Türkiye, haklarını ve özgürlüklerini şiddetsiz yöntemlerle kullanmak isteyen insanların katkısı ile, yasal eksiklikler yapılsa da, bu eksikliklerin yaratabileceği silahlı veya silahsız şiddet örneklerine karşı hızlı bir şekilde önlem alabilecek güçte bir devletin adıdır. Bu görev de İçişleri Bakanlığının merkez, il, ilçe, belde ve köy birimlerinindir. Bu birimleri yönetmek, şiddetsiz iletişim için, hedef kitlenin bilgi ve deneyimlerini artırmak, ayırımcılık yapmadan, ifade özgürlüğünün kullanılmasını baştan sona sabırla sağlamak, herkesin işine, okuluna, evine, yurduna sağlık, huzur ve umut içinde dönmesine katkıda bulunmak İçişleri Bakanlığını, örnek bir kamu kuruluşu haline getirir. Sadece yurt içinde değil, insan-polis çatışmasını izlediğimiz birçok ülkenin içinde bulunduğu uluslararası alanda da Türkiye’nin saygınlığını ve güvenirliğini artırır.

Türkiye, şiddete karşı şiddetsiz tepki kültürünü sağlayacak ve bunu dünyaya yayacak insan gücüne, bilimsel donanımlara ve gönüllü kahramanlara sahiptir. Bu kahramanları görmek isteyenlere, insana, hayvana ve çevreye yönelik şiddet çeşitlerine karşı şiddetsiz yöntemlerle tepki veren, umutla haykıran, gözyaşı döken annelere, kadınlara, babalara, dedelere, büyük babalara, yürüme engeli bulunanlara, gençlere bakmalarını öneriyorum, öfkelenmeden duygularını yönetip bu yazıda yapmaya çalıştığım önerilerin değerini bilmelerini diliyorum.

Görülecektir ki, polis, jandarma, siyasetçi, kamu görevlisi, insanlar, kadınlar ve gençler, bir süre sonra, eylem, toplanma ve gösteri öncesi birbirlerini tokalaşarak, hatta kucaklaşarak karşılayacaklar, o şekilde uğurlayacaklardır.

Haydi, Bakanımız Sayın Süleyman Soylu, Valilerimiz, Emniyet Müdürlerimiz, Jandarma Komutanlarımız, polislerimiz, askerlerimiz… Başlangıç olarak sizlere elimi uzatıyor, kucaklamak için kollarımı açıyorum…