Türkiye’nin nasıl yönetildiğini bir bakarsanız; “Kendi çıkarları için, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun, insanları aldatmak veya baskı kurmak yoluyla sömürmesine dayalı, bir yönetim biçimi haline getirildiğini görürsünüz. Bu yönetimin bilimsel adı “oligarşi” oluyor. Oligarşi terimi, hem bir rejimi hem de bir grubu tanımlar. Günlük dilde, sömürüyü yapan bu ayrıcalıklı küçük yönetici gruba da Oligarşi adı verilir. Oysa siyaset, bir ülkenin ya da toplumun güvenliğini sağlamak ve üretimini paylaştırmak kararlarını verecek olan yöneticileri belirleme ve denetleme etkinliğidir.
Siyaseti, yani kimlerin iktidar olacağını belirleme ve denetleme yöntemi, bir ülkenin ya da toplumun üretim biçimine bağlı bulunuyor. Bu noktada oligarşi, insanlığın farklı üretim biçimlerindeki farklı dönemlerinde nasıl oluştuğuna bir sakalım!
Birincisi Toplayıcı-Avcı dönem: Sadece aile ve aşiret; reis kaba kuvvetle yönetir. İkincisi Din-Tarım dönemi: Asiller (krallar, sultanlar) ve din adamları, tarikatlar; hem inançlara hem geleneklere hem de kaba kuvvete dayanarak yönetirler. Üçüncüsü Endüstriyel-Kentsel dönem: Seçimle iktidara gelenler, başkanlar, başbakanlar; kendi aileleri ve kendi küçük grupları adına toplumu sömürmeleri doğal ve normal olmadığı için, halkı mutlaka aldatarak veya baskı altına alarak yönetirler. Dördüncüsü Oligarşi terimi, Endüstriyel-Kentsel dönemlerde, sandıktan çıkan yöneticilerin, halkın çıkarlarını değil, kendi küçük gruplarının menfaatlerini düşündükleri ve bunları beslemek için, Demokratik rejimi yozlaştırarak bütün toplumu sömürdükleri olumsuz bir rejimi belirtir.
Bu oligarşik rejim şu anda Türkiye’de olduğu gibi, genellikle demokrasi görünümü altında, sadece sözde özgür ama özde baskı altındaki bir seçim mekanizması ile halka yutturulur.
Şimdi bu rejimdeki Oligarşi gruplarını sayalım:
1) İktidara ortak olan siyasal partilerin merkez ve taşra örgütlerinin yöneticileri ve milletvekilleri.
2) İktidarla iç içe geçmiş olan ayrıcalıklı sermaye grupları.
3) Devlet yerine iktidarla özdeşleşen, üst düzey sivil, asker bürokratlar, yargı mensupları.
4) İktidarı desteklemek uğruna mukaddes din değerlerini siyasal olarak saptıran din adamları, iktidara destek veren din örgütleri, mezhepler, tarikatlar ve bunların dernekleri, vakıfları görünümündeki uzantıları.
5) İktidara destek veren örgütlü suç çeteleri.
600 yılık Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu oligarşik yapının ülkeyi ve devleti ne hale getirdiğini bilen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti kurduğunda Demokratik Rejimi hedeflediği için, Türkiye Cumhuriyeti’nin, baskıcı bir din devletini savunanlar elinde bir Oligarşiye dönüşmesini önlemek amacıyla ne yapmış biliyor musun? Otoriter bir yapıya sahip olan ve otoriter bir rejimi savunan tarikatları yasaklamıştır. Ayrıca inançlar üzerinden her türlü baskıyı engellemek için de “laikliği ve laik devleti” Anayasal bir ilke haline getirmiştir.
Bu nedenle Atatürkçü düşünce sistemine inananlar laikliği savunurken Demokratik bir Cumhuriyetin, otoriter bir yapıya sahip tarikatların kucağında gelişemeyeceğini de gayet iyi bilirler! Çünkü bu oligarşik yapı Türkiye’de halk yoksulluğunun temel taşıdır.
Bir iki anımsatma ile yazımızı bitirelim…
Bu oligarşik sistemde Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Millisi” kaldırıldı. 2024 yılının Ocak ayı içinde MEB’nin, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın da katıldığı, başrolü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın üstlendiği ÇEDES’inin açılımı, “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi Uygulama Usul ve Esasları”ymış... Usumuzda zeytinlikleri, ovaları, kıyıları, tarımı bitiren çevre duyarlılığı... İktidarın, “millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerleri...” vs… Yani Sahne hazır, cumhuriyetin güvencesi laik eğitimi silme eylemi hızlandı. İktidarın ÇEDES, örgütlenmesi oligarşik yapıyı gençliğe yaymaktır.