Bir önceki yazımızda, kuraklık, çölleşme ve erozyon konusunda hangi noktadayız ve gelinin olumsuz tablonun tarım üzerindeki etkilerinden bahsetmiştik. Konu gerçekten çok önemli. Ülkemizde tüm ağırlığıyla hissedilen kuraklık aslında tüm dünyanın ortak derdi. Ülkeler, kuraklığa karşı ortak mücadele için yoğun bir çaba içindeler.
Yağışların temel kaynağı olan ormanların yok edilmesinin önlenmesi tüm ülkelerin ortak çabasını oluşturuyor. Ülkemizde de ağaçlandırma adı altında adımlar atılırken, diğer yandan yüzlerce yılda oluşan doğal doku bir avuç kömür uğruna yok ediliyor. Doğaseverlerin ve köylü vatandaşlarımızın tüm çabaları adeta görmezden geliniyor.
Birleşmiş Milletler (BM) desteğiyle hazırlanan “Dünyada Kuraklık Noktaları” raporuna göre, son iki yılda dünya, tarihin en şiddetli kuraklıklarından biri yaşanıyor. Raporda, Türkiye’nin de 2030 yılına kadar ciddi bir kuraklık riskiyle karşı karşıya kalabileceği vurgulanıyor
Raporda ülkemize de özel bir bölüm ayrılmış. Analistlere göre, Türkiye de, çöl iklimine benzeyen bir iklimin görülmesi olasılığının artması nedeniyle bu kuraklıktan etkilenme potansiyeli en yüksek ülkeler arasında görülüyor. Akdeniz havzasında iklim değişikliği ve küresel ısınmanın etkisi ve olası risklerini incelemek için raporda üç ülke baz alınıyor: İspanya, Fas ve Türkiye.
“Türkiye yarı kurak ve toprak parçalanmaya yatkın. Ülkenin yüzde 88’i çölleşme riskiyle karşı karşıya” ifadelerinin yer aldığı rapora göre, 21. yüzyılın sonunda Türkiye’de yağış oranları yüzde 30 oranında düşecek.
Eş zamanlı olarak sıcaklıklar da artacak ve 2100 itibarıyla ülkenin batısı ve güneyinde ortalama sıcaklıklar 4-5 derece daha fazla olacak.
Türkiye, 2030’da “su fakiri” ülke kategorisinde olma riskiyle karşı karşıya. Bu durum, nüfusun ve tarım alanlarının yüzde 80’inin beş yıl içinde kuraklık riskiyle karşı karşıya kalması anlamına geliyor.
Raporda, Akdeniz’de ortalama sıcaklıkların 2050 yılına kadar 2 ila 3 derece, 2100 yılına kadar ise 3 ila 5 derece arasında artacağı ifade ediliyor. Sıcaklıktaki her 2 derecelik artışın, bölgedeki suya erişimde yüzde 15’e varan azalmaya yol açabileceği vurgulanıyor.
Raporda, 2022’deki aşırı kurak geçen mevsimlerin ardından Türkiye’de 2023 yılında ciddi bir kuraklık görüldüğünü, bunun etkilerinin de özellikle tarım alanında hâlâ devam ettiği belirtiliyor.
Raporda su kaynaklarının kullanımına ilişkin tespitlere de yer veriliyor. Ülkemizde su kaynaklarının yüzde 75’i tarım alanında kullanıldığına dikkat çekilerek, 2030’da olası kuraklık göz önüne alındığında, su kaynaklarının kullanımı ve farklı kaynaklara yönelme konusunda ülkede ciddi yatırımlar yapılması gerektiği belirtiliyor.
Raporda kuraklık “Sessiz bir katil” olarak nitelendiriliyor. Kuraklığın “yavaşça hayatımıza girdiği, kaynakları tükettiği ve yaşamları mahvettiği” belirtilen raporda, kuraklığın yoksulluk ve ekosistem çöküşü gibi sorunları daha da ağırlaştırdığına dikkat çekiliyor.
Dünyadaki Kuraklık Noktalarını bilimsel tespitlerle ortaya koyan raporun sonuç bölümünde çok çarpıcı temel kavramlar şöyle ifade ediliyor.
Raporda, kuraklığın en savunmasız toplulukları ve kadınları daha çok etkilediği belirtiliyor. Birçok ülkede, ağırlaşan yaşam koşuları nedeniyle çocuk yaşta evliliklerin arttığı bilgisi de yer alıyor. Sadece Afrika kıtasında, açlık nedeniyle yüzbinlerce kişinin hayatını kaybettiği, hayvanları gıda maddelerine ulaşmalarını engellemek amacıyla öldürüldüklerine de raporda yer alıyor.
Raporda; kuraklığın sadece insan yaşamını etkilemediği, dünya ticaretini de olumsuz yönde etkilediği belirtiliyor. Kuraklığın sadece bir hava olayı olmadığı, sosyal, ekonomik ve çevresel buhranlara da yol açabildiğine dikkat çekilerek, asıl sorunun bunun bir daha olup olmayacağından öte, bir dahaki sefere nasıl daha iyi hazırlanıp hazırlanamayacağımızın bilinmesinde yattığına işaret ediliyor.
Özetle;
Ülkemizin de içinde yer aldığı dünyada, kuraklık, çölleşme ve tarımsal üretimde yaşanan krizler önemli bir yer tutuyor. Uluslar, bu zor koşullardan en hafif şekilde nasıl kurtulabileceklerini tartışıyorlar. Bunun için el ele vermişler ve çözüm üretmeye çalışıyorlar. Bir önceki yazımızda da işaret ettiğimiz gibi, bizim gündemimizde bu gibi konulara yer yok. Bizler, çok daha önemli sorunlarla uğraşıyoruz. Onun için, “ülkemizin de içinde yer aldığı dünya” dedik. Yok…yok biz daha farklı bir boyutta ve kainatta yer alan bir başka gezegende yaşıyoruz!