Kendimi cesur, yürekli, korkmayan biri olarak tanırım.  Bu yönlerimi kanıtlayabileceğim büyük olaylarla, tehlikelerle, kavgalarla, çatışmalarla, saldırılarla kişisel olarak hiç karşılaşmadım.

Kendimi cesur, yürekli, korkmayan biri olarak tanırım. Bu yönlerimi kanıtlayabileceğim büyük olaylarla, tehlikelerle, kavgalarla, çatışmalarla, saldırılarla kişisel olarak hiç karşılaşmadım.

Ancak, İkinci Dünya Savaşının ortalarında, Rize’nin, Pazar ilçesinin Apso (Suçatı) köyünde dünyaya geldikten sonra, inanmak, güvenmek, özlemek, korkmak, üzülmek, sevinmek, sevmek, ayrılmak, kavuşmak, buluşmak, umutlu olmak gibi duyguların hepsini yaşadım.

Onur duyuyorum ki, nefret ve kin gibi “iyi” insanlarda bulunmaması gereken duygular ve bu iki duygunun dışa vurumu bende, yüreğimde, bedenimde asla yer bulamadı. Bu satırların yazarı, geçmişte yaşamış veya günümüzde yaşayan hiçbir insandan nefret etmiyor, kimseye de kin beslemiyor. Üstelik, hem geçmişte, hem de günümüzde, insana, hayvana ve çevreye yönelik ağır şiddet uygulayanların birçoğunun isimlerini, ırklarını ve ülkelerini bildiğimiz halde. İnanılacak yazılı ve görüntülü belgelerden öğrendiğimiz; yaptıkları vahşetleri, çıkardıkları savaşları, yüzbinlerce canlıyı katleden kararları sanki yaşamışçasına etkilendiğimiz halde, nefret ve kin yok. Burada, hiçbir kaynak taramadan, bir dakikada onlarca isim sayabilirim. Ben de nefret ve kin yok, ancak, bu satırlarda onların yeri de hiç yok.

Yukarıda 11 duyguyu birer kelime ile yazmıştım. Bunların iki tanesini hiçbir canlının yaşamasını asla istemem. Korkmak ve üzülmek. İki duyguyu yönetmek, iki duyguyu üreten nedenlerle başetmek, her canlı için hiç kolay değil. Kolay değil de, olanaksız da değil. Güvenmek ve umutlu olmak, öfkelenmeyi, korkmayı ve üzülmeyi yönetmek için kanımca iki güçlü yanımızdır. Uzman değilim, ancak, öfkelenmenin, korkmanın ve üzülmenin zihinsel ve bedensel gücümüzü azalttığı kanısındayım. Öfkelenmek, korku duymak ve üzülmek her canlının doğasında var. Bilim insanları, bu üç duygu ile nasıl başedileceği, üçünün ayrı ayrı veya birlikte nasıl yönetileceği konusunda sayısız belgeler, yayınlar ve ders kitapları hazırladılar, hazırlıyorlar. Sesli, görüntülü veya yazılı medyada paylaşıyorlar. Bu alanda da hızlı bir şekilde bilimsel gelişmeler sağlanıyor.

Ölümden hiç korkmadım. Ülkem için yapmak istediklerimi yapamadan, eşime, çocuklarıma, torunlarıma, arkadaşlarıma, dostlarıma, sorun bırakarak ölmekten korktum. Benden nefret edilmesinden, iyi oldu denmesinden korktum.

Bu gerekçe ile insanlar biraz korkmalı.

2020 yılının başlarında içimi farklı bir korku sardı. İlk kez korktuğumu duyumsadım ve duygularımı, 0 yılın ilk günlerinde basına açıklama yaparak paylaştım.

Bilirsiniz, insanlar, her takvim yılının sonlarında ve yeni takvim yılının başlarında duygularını ve dileklerini dillendirirler. Konuşma, açıklama ve iletilerde, yeni yıldan başarı, mutluluk, sağlık ve barış beklendiği dile getirilir.

Yeni yıl, insan soyunun büyük bölümünün kabul ettiği tarihsel bir insana veya olaya dayandırılır. Bazı inanç ve kültürlerde, yılın bitişi ve yenisinin başlayışı, farklı insan veya olaya göre belirlenir, farklı takvimler oluşturulur. İnsan soyu, hayret ediyorum, zamanı kendisi dilimliyor ve güzellikleri o zaman dilimlerinden bekliyor.

Yine hayret ediyorum, sevgiyi, saygıyı, şefkati, hoşgörüyü, dostluğu, barışı, iyilikleri, güzellikleri, zorlukları paylaşmayı, yeryüzünü, hatta uzayı, evreni “cennet” yapmayı neden kendisinden beklemez.

2020 yılının başlarında, Şiddetsiz Toplum Derneği Yönetim Kurulu Başkanı olarak farklı bir açıklama yapma gereği duydum. Yıldan değil kendimizden beklememiz gerektiğini açıkladım. Sanki haykırdım.

Açıklamada ilk kez korktuğumu da dile getirdim. Türkiye’yi ve Dünya’yı evi, üstünde yaşayanları ailesi, farklılıkları doğal zenginlik sayan bir insan olarak, ülkem adına korktuğumu dile getirdim.

Korktuklarımdan bir bölümü gerçekleşti.

Ölümcül şiddet olayları, gizli ve silahlı çetelerin varlığı, çatışmalar, orman yangınları, seller, depremler, kazalar, kadınların öldürülmeleri, çocukların kaçırılmaları, hayvanların toplu veya tek tek katledilmeleri, kocaman görünen silahlı erkeklerin doğal ortamlarında yaşayan hayvanları avlamak (?) için ormanlara girmeleri, dağlara gitmeleri, yeşil yok edilerek, göğü delen yüksek binaların vahşi insan eliyle tasarlanması ve inşa edilmesi, siyasetçiler arasında ve basında yoğunlaşan dil şiddeti, siyasetçilere ve gazetecilere saldırılar, halka ayırımsız; sevgi, saygı, hoşgörü, şefkat ve dostlukla seslenmesi gerekenlerden yağan yalan, iftira, tehdit ve hedef gösterme sağanağı, Kovid 19 salgınında yönetimlerin yetersiz kalışı, halkın içinde yüksek sayıdaki kadın-erkek her yaştaki insanın kalabalıklarda sigara içmesi, maske takmaması, yaşadığı ve gittiği yerleri çöplüğe, sokak, cadde, açık alanları, spor tesislerini, parkları, bahçeleri, …. virüs tarlasına çevirmesi, bir anlamda insanların salgından hastalanmasına ve ölmesine neden olması…

Bunların ve daha çok eklenebilecek olanları düşündükçe, ülkem ve insanlık adına üzülüyorum, bizi zayıflatmasından, karşıtlarımızın ekmeğine sanki yağ sürmesinden çok korkuyorum. Çünkü, bu kötü örnekleri, bunlara neden olan koşulları ve “iyi”leştirilmesi gereken kişileri düşündükçe, üzülüyor, korkuyorum.

Yukarıda yazabildiğim üzüntü ve korku üreten, insana, hayvana ve çevreye yönelik örneklerin tümü birleşik kaplar deneyinde olduğu gibi birbirini etkiliyor. İnsana yapılan şiddet, hayvanı ve çevreyi, hayvana yapılan şiddet insanı ve çevreyi, çevreye yönelik olanı da hayvanı ve insanı, tüm canlıları elbette olumsuz etkiliyor.

Türkiye’de ve dünyanın çok yerinde yaşanan örneklerin tümü, o ülkelerin geleceği ile de çok yakından ilgili.

Bu ve diğer örnekler Türkiye’nin gücünü azaltıyor. Siyasetçiye ve yönetimlerde olanlara duyulması gereken güveni ve takdir duygusunu zayıflatıyor, yok ediyor. Bu ifadem de yetmez. Sokakta veya toplu taşıma araçlarındaki insanlar, giderek yabancılaşan komşular, okullarda, üniversitelerde, özel ve kamu işyerlerindeki öğretmenler, bilim insanları, öğrenciler, veliler, aileler, yöneticiler ve çalışanlar arasındaki saygıyı, hoşgörüyü, güveni “yok” a doğru azaltıyor.

Kişiye yönelik duygu ve düşüncelerde “yok”a yaklaşıldığında, aslında tüm kurumlara yönelik olarak da “yok”la, sıfırla olan yakınlık artıyor.

Bu durum, kesinlikle ulusal birliği, vatanın bütünlüğünü, yurttaş eliyle tehlikeye atıyor.

Onun için “iyi” örnekler çoğalsın diye, siyasal ve dinsel farklılıklarımızı doğal zenginlik sayarak, kadın-erkek demeden köylerden kentlere kadar iletişim ve işbirliği içinde olmalıyız. Bunun en etkili yöntemlerinden birisi, yasalara uygun bir şekilde, derneklerde, aynı amaçlı federasyonlarda ve konfederasyonlarda gönüllü olarak birlikteliktir.

Çok üzgünüm, çok korkuyorum…Ancak çok da umutluyum. Bu topraklarda yaşayan zengin kültürlerin temsilcileri, geçmişi unutmadan, kin ve nefreti değil, sevgiyi, saygıyı, şefkati, hoşgörüyü, dostluğu ve barışı besleyerek, kan ve gözyaşının akmadığı, iletişimin, örgütlü ve katılımcı demokrasinin, adaletin ve güvenliğin yaşandığı Türkiye’yi ve Dünyayı mutlaka başaracaklardır. Herkesin, başkasının tehlikesi değil, güvencesi olduğu, hiçbir hayvanın, kedilerin, köpeklerin, güvercinlerin bile bizlerden korkmadığı Türkiye…

Onun için, bu yazıyı şöyle tamamlıyorum.

Üzülüyorum, korkuyorum, ancak umudumu koruyorum.

Başarılacak…Hem de kan ve gözyaşı dökmeden, şiddetin her çeşidine, birlikte, şiddetsiz tepki göstererek ve şiddetsiz iletişim kurarak…

Korkma…Birlik, iletişim ve işbirliği içinde…