Hiçbir diktatörlük korku iklimi yaratmadan kurulamaz ve varlığını sürdüremez, hiçbir diktatör korku iklimi yaratmadan iktidara gelemez gelse de iktidarda kalamaz.
Hiçbir diktatörlük korku iklimi yaratmadan kurulamaz ve varlığını sürdüremez, hiçbir diktatör korku iklimi yaratmadan iktidara gelemez gelse de iktidarda kalamaz.
Diktatörlük kurabilmek için önce insanları korkutacaksın, zorbalığına, haksızlığına, hukuksuzluğuna direnemez, direnmekten bile korkar hale getireceksin!
Korkutacaksın ki kimse hak, hukuk, adalet falan aramaya kalkmasın…
Diktatör olmak istiyorsan korkutmaya önce aydınlardan başlayacaksın; konuşan, yazan, çizen, sanat yapan, bilimle uğraşan aydınlardan. Onları korkutmayı başardın mı bir kere, ardından halk da korkacak, korkup boyun eğip, biat edecektir.
Şiddet elbette korkutmanın en önemli aracıdır ve lakin tek aracı değildir aydınlar başta olmak üzere sana biat etmeyenleri yok yoksul bırakır, geçim derdine düşürür, gelecek kaygısına gömersen de korkarlar. Yandaşlarını ihsanlar ile mükâfatlandırıp yandaş olmayanların nafakalarını kesmekte bir nevi korkutmaktır.
Aslında şiddete direnmek kolaydır, hatta insanı kahramanlaştırır ama yoksulluğa, geçim derdine direnmek zordur; yıldırır, yıpratır, çökertir insan psikolojisini. Bunu bilen zorbalar başta aydınlar olmak üzere halk üzerinde bu silahı seve seve kullanır ve geçim derdine düşen insanlara kolayca boyun eğdirir.
İnanın, mermiye kafa atmak bile çocuğuna ekmek, anana babana ilaç, karına entari, eve odun kömür alamamaktan daha az korkutucudur insan evladı için…
AKP adım adım döşediği diktatörlük rejimine giden yolda önce bu ülkenin aydınlarını ve halkını yoksullaştırdı, yok yoksul, yoksun olmak kaygısı topluma egemen oldu. Bu kaygı sosyal yardım adı altında topluma dayatılan sadaka kültürü ile geniş kitlelere boyun eğdirmek üzere kullanıldı.
Bana biat etmezsen neyin var neyin yok tumanına kadar alırım, aç açık kalırsın yok biat edersen seni göklere çıkarır, lüks içinde yaşatırım her istediğine kavuştururum görmediğini görür, yemediğini yer, içmediğini içersin şeklinde yürütülen sopa havuç stratejisi epeyce bir iş gördü.
Yok, yoksul kalmaktan korkmayan, korkup da susmayanlar içinse elbette özgürlüğünden ve hatta canından etme stratejisi her dönem yedektedir…
Mahpushaneler ne güne duruyor? Susturamıyor musun, çare mi kalmadı tıkarsın içeri, gün yüzü göstermezsin, özgürlüğünden eder, gene susturursun…
Son 20 yılda kimler tıkıldı içeri kimler değil mi?
Memlekette adalet işlemiyor, 90 kişinin katili serbest bırakılıyor bir iki tweet atan yılarca içerde tutuluyor. Çünkü rejimin derdi vatandaşlarının hakkını hukukunu korumak, adaleti tesis etmek değil; iktidarı ve rejimi korumak, iktidarın elden gitmesine engel olmak.
Bir anda İlker Başbuğ’dan Osman Kavala’ya, Sedef Kabaş’tan Enis Berberoğlu’na kadar yargı gücü kullanılarak susturulmak istenen onlarca, hatta yüzlerce isim geliyor insanın aklına değil mi?
Bütün bu süreçte sıra şimdi Canan Kaftancıoğlu’na geldi. Talihin bir cilvesi olsa gerek bir şiir okudu diye hapse atılmaktan ve siyasi yasaklara mahkûm edilmekten şikâyet eden bu mağduriyet edebiyatı sayesinde gücü ele geçiren Erdoğan iktidarında bir siyasetçi konuştuğu için mahkûm ediliyor, siyasi yasaklara çarptırılıyor.
Kimse kalkıp da ama sözleri hakaret içeriyordu falan da demesin hiçbir çağdaş hukuk sisteminde benzer sözlerden dolayı kimse bu kadar ağır cezalara çarptırılamaz hele hele siyasetten hiçbir suretle yasaklanamaz.
Canan Kaftancıoğlu hakkında verilen bu karar elbette siyasidir, onu korkutmaya ve susturmaya yöneliktir. Üstelik sadece onu susturmayı değil ibretiâlem olsun, herkes korksun, herkes sussun amacını taşımaktadır.
Ha diyorsanız ki biz hakarete karşıyız, hiç hakarete zerrece tahammülümüz yok hakaret edenin gözünün yaşına bakmayız o zaman da Mustafa Kemal Atatürk’e ve annesine her türlü hakareti eden, her iğrenç iftirayı atan tipleri de cezalandıracak saraylarda masalarınızda ağırlamayacak, hastanelerde ziyaret falan da etmeyeceksiniz. Dahası çıkıp iki ayyaş diye de konuşmayacaksınız. Bizden olan istediğine istediği gibi hakaret eder, istediğine istediğini söyler bizden olmayan “gık” dese suçtur atarım içeri, basarım cezayı demek çifte standarttır, adaletsizliktir.
Neticeten bu hukuksuzluk elbette Canan Kaftancıoğlu vakası ile başlamadı ve bu vaka ile de bitmeyecek, sürecek çünkü diktatörlük rejiminin bekası korkutabilmeye bağlıdır.
Demedi demeyin, korkarsak sürer gider, korkmazsak biter gider…