Kapıdan içeri girdim, kalabalığın uğultusu bir an sustu,

Dükkândaki ince kokular, taze kahveyle doluydu her köşe.

Tezgâhta duran eski kitaplara bakarken,

Ellerim farkında olmadan birine uzandı,

Kahverengi ciltli, sayfaları sararmış bir kitaba.

“Merhaba,” dedi arkamdan bir ses,

Sanki yılların yorgunluğu, ama huzuru doluydu içinde.

“Bir şey mi arıyorsun?” diye sordu,

Başımı çevirdim, eski rafların arkasında bir kadın belirdi,

Gözleri sessiz ama içten bir merakla dolu.

“Arıyorum,” dedim,

Ama ne aradığımı bile bilmeden.

“Elimdeki kitabı daha önce gördüm mü, hatırlayamıyorum.”

Kadın gülümsedi, yavaşça yaklaştı.

“Bazı kitaplar,” dedi, “Kendilerini hatırlatmak için beklerler.

Tıpkı insanların da bazen unutulmayı beklediği gibi.”

Ellerimde ağırlaşmıştı kitap,

Parmaklarım sararmış sayfalarına dokunurken.

“Unutmak…” diye mırıldandım,

Bir zamanlar sakladığım bir anı gibi,

Ama hatırlamak istemediğim bir yükmüşçesine.

Kadın sessizce bir an durdu,

“Bazı anılar vardır,” dedi,

“Kapanmayan yaralar gibi,

Ama yine de onları taşırız.”

Gözlerim raftaki diğer kitaplara kayarken,

Onun söylediklerinin ağırlığını hissettim,

İçimdeki bir şey, yavaşça kıpırdadı.

Sessizce kitabı kapattım,

Ellerimde bir zamanlar taşıdığım bütün ağırlıklarıyla.

Bir an için, hiçbir şey söyleyemedim.

Bana kalansa, sadece eski bir kitap ve

Ona dokunmanın hafifliği.

“Belki,” dedim,

“Bazı kitaplar da insanlar gibidir.

Onları bulmak zaman alır,

Ama bir kez bulduğunda,

Bırakamazsın.”

Kadın başını eğdi, sessizce onayladı.

Kitabı yanıma aldım, dükkânın sessiz kapısı bir kez daha açıldı.

Dışarı çıktığımda,

Gökyüzü gri, ama içimde bir hafiflik vardı.

Kitap elimde,

Ve belki de aradığımı bulmuştum,

Ne olduğunu bilmeden.