Uzun süredir yazılarımı takip edenler bilir, bu köşede gündelik siyasete neredeyse hiç girmiyorum çünkü sorunlarımızın gündelik siyaset değil de, işin temelinde olduğunu, düşünce sistematiğimizi değiştirmemiz gerektiğine inanıyor, ona göre yazıyorum. Yakın çevremden eleştiri almak pahasına hem de…
Bugün de kazanmak üzerine yazacağım. Siz ister siyasete çekin ister gündelik yaşamınıza, ister aşk hayatınıza... Belki dikkat ediyorsunuzdur ama özellikle Z kuşağının hayata daha da atılmasıyla birlikte her şey kazanmak üzerine kuruldu. Sürekli kazanmak istiyoruz, kazanalım da zaten ama ne uğruna?
Öyle bir sistematik oturttuk ki hayatımıza; kimin, neyi ve nasıl kaybettiğini umursamadan “BİZ” kazanmaya çalışıyoruz. Zorbalıkla, güya hinlikle, ekmekle oynamayla konumumuzu yükseltmeyi deniyoruz. Ahlaksızlık, şantaj, yalan gırla gidiyor.
İpe sapa gelmez fikirlerimiz değer görsün, ismimiz kamuoyunda daha çok duyulsun, sosyal medyada etkileşim alalım diye, yani kazanmak uğruna benliğimizi satıyoruz. Bir ona yanlıyoruz, bir buna. Güç mıknatısı nereye çekerse orada demir atıyoruz.
“Duyum aldım”, “öyle düşündüm”, “böyle hissettim” gibi lafların arkasına sığınıp aklımıza geleni söylüyoruz. İspat yok, mantıklı bir dayanak yok. Sallıyoruz, “ya tutarsa” diyoruz. İftiraya uğrayan, suçsuzluğunu ispatlamaya uğraşırken biz atımızla Üsküdar sahillerini ardımızda çoktan bırakmış oluyoruz.
Yatırım tavsiyesi verdiğimiz halde, “yatırım tavsiyesi değildir” diyerek insanların hem paralarıyla, hem hayalleriyle hem de çaresizlikleriyle oynuyoruz. Kendimizi öyle üstte görüyoruz ki, başkalarının hayatlarının en ortasına pimi çekilmiş el bombası bırakmaktan kendimizi sakınmıyoruz. Sonra mı ne oluyor? Ne olacak canım hayalleriyle oynayacak binlerce yeni insan daha buluyoruz.
Hep biz haklı oluyoruz. Ne olursa olsun karşı tarafı dinlemiyor, benliğimizin karşı tarafta yarattığı tahribatı duymak bile istemiyoruz. Her yol bize mubah, başkalarına günah sanıyoruz. Her şey bizim için yaratılmış gibi davranıyoruz. Zafere giderken her yolu denemekten kendimizi alamıyoruz.
Konum, güç, kişisel tatmin, duygusal yeterlilik, beğenilmek, para, daha lüks yaşam, imrenilmek, kıskanılmak, parmakla gösterilmek için yemeyeceğimiz halt kalmamış durumda. Hem biz kazanalım hem de suç ortaklarımız kazansın diye uğraşıyoruz çünkü içten içe, suç ortaklığının en büyük bağlılık olduğunu biliyoruz. Kazanmak uğruna elimizden geleni ardımıza koymazken, yaşattıklarımızı yaşamayız sanıyoruz çünkü ilahi adaleti bilmem ama dünyevi adaletin hep bizim gibilerden yana olduğunu görüyoruz.
Gün gelip bir şekilde devran dönünce de en çok biz bağırmaya başlıyoruz. Tek akıllı kendimiz olmadığımız gibi tek adaletsiz ya da kazanma manyaklığı içinde olan da biz değiliz elbette. Devran döndüğünde anlıyoruz neler yaşattığımızı. Anlıyoruz dediğime bakmayın, bir şekilde ayağa kalkmak için sürekli fırsat kolluyoruz çünkü en çok; yeniden kazanmayı istiyoruz… Ha bu arada güya kul hakkı yemekten korkuyoruz… YERSENİZ… Haydi, kalın sağlıcakla.