Bu makalenin ilk bölümünü cumartesi günü köşemde yayınlamıştım okumadıysanız
öncelikle onu okumanızı öneririm.
***
Sultan Selim’in asıl amacı da zaten halife olmak değil; İstanbul’u Şam, Bağdat ve
Kahire’den sonra yeni bir hilafet merkezi yapmaktı. Bunun için de Abbasi Halifesi 3
Mütevekkil Alellahı Payitahta getirmiş ve himayesine almıştı.
Halife ve padişah arasında bir anlaşma sağlanamamış olmalı ki Yavuz Sultan Selim,
son Mısır Abbasi halifesi Al-Mutavekkil’den halifeliği devralmadığı gibi, adı bazı
yolsuzluk dedikodularına karıştığı iddiasıyla halifeyi Yedikule zindanlarına
hapsetmişti.
Bakınız hilafetin İstanbul’da bir törenle Yavuz Sultan Selim’e devredildiği yolundaki
bilgilere dönemin kaynaklarından hiç birinde rastlanmamaktadır. O dönemde bizzat
Yavuz Sultan Selim adına yazılmış olan Selimname adlı kaynakta da böyle bir devir
teslimin yapıldığı belirtilmemiştir.
Babasından sonra tahta çıkan eden Kanuni Sultan Süleyman ise halifenin Mısır’a
dönmesine izin vermiş, fakat Mısır’a giden halife rahat durmamıştı. 1524’de Mısır’da
isyan eden Ahmet Paşa kendisini Mısır’a sultan, Al-Mutavekkil’i de halife ilan etmişti.
İsyan kısa bir süre sonra bastırılmış, Ahmet Paşa öldürülmüştü. Halifenin akıbeti ise
meçhuldür, son Abbasi Halifesinin Osmanlılar tarafından öldürüldüğünü iddia etmek
esasen yanlış olmayacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Halifelik iddiası aslında çok uzun bir dönem pek
dillendirilmedi ve ön plana çıkarılmadı. Diğer yandan sadece Padişahların
Şeyhülislam fetvasına ihtiyaç duymaları dahi halifelik iddiasını çürütücü mahiyettedir.
18 yüzyılda siyaseten zayıflayan devlet, gücünü halifelik makamının verdiği
egemenlik alanı ile desteklemeye çalıştı. 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım’ı
kaybeden Osmanlı, anlaşma maddelerinden birisine Kırım hanlarının İslam halifesi
olan Osmanlı padişahına bağlılığı ile ilgili bir ibareyi ekletti. Bu bir Osmanlı sultanının
resmi olarak halifelik unvanını kullandığı ilk uluslararası belgedir.
Cihan harbi yıllarında ise hilafet makamı imparatorluğun kurtuluşundaki son çare
olarak İttihat ve Terakkî iktidarı tarafından yeniden ihya edilmeye çalışıldı.
23 Kasım 1914’de Sultan Mehmed Reşad tüm Müslümanların halifesi sıfatı ile kutsal
cihat ilan etti. Fakat cihat ilanı kendisinden beklenilen etkiyi gösteremedi. Osmanlı
ordusu İngiltere ve Fransa saflarında yer alan binlerce Hintli ve Cezayirli Müslüman
asker ile savaş boyunca mücadele etmek zorunda kaldı. Şerif Hüseyin’in 1916’daki
isyanı ile birlikte hilafetin adından başka bir etkisinin olmadığı da ortaya çıktı. İşgal
yıllarında İstanbul ahalisi en çok Hintli ve Senegalli Müslüman askerlerden zulüm
görmüştür. Tarihçi Murat Bardakçı “İstanbul'un işgali sırasında en büyük rezillikleri
gene Müslüman askerler yapmış maalesef, Hintli ve Senagalli askerler, bilhassa
evlere zorla girmeler, çok çirkin eylemler, saldırılar.” demektedir. Bu Müslüman
askerler ne Halifelerine ve nede bu kentte yaşayan Müslümanlara saygı
göstermemiştir.
Bu konu oldukça geniştir lakin hilafetin kaldırılmasını konuşuyorsak önce ortada
Müslümanlarca genel kabul görmüş bir hilafet makamı var mıydı onu ortaya koymak
gerekirdi ve buraya kadar yazdıklarımdan da Osmanlı’nın hilafet iddiasının hem ciddi
bir hukuki temeli olmadığı ve hem de Müslüman dünyada ciddi bir kabul görmediği
anlaşılmaktadır.
Gelelim Hilafetin kaldırılmasına TBMM çıkardığı kanunlar ile saltanat ve hilafeti
kaldırdı, daha da doğrusu TBMM egemen olduğu coğrafya da saltanat ve hilafetin
egemenliğini kaldırdı demek gerekir.
Saltanat neyse çünkü saltanat sahibi olabilmek için bir toprağa sahip olmak gerekir,
lakin hilafet bir kabul meselesidir ve toprak egemenliğine bağlı değildir! Hatırlatayım
Memlük himayesine sığınan Abbasi halifesinin hükmettiği hiçbir toprak yoktu.
Bu yüzden Müslümanlar Vahdettin’i ya da Osmanlı hanedanının herhangi bir ferdini
ya da başka birini halife olarak kabul ettikleri müddetçe hilafet kurumu yaşardı, kabul
ettiler mi? Etmediler.
Şunu herkes bilmelidir ki Vahdettin İstanbul’dan kaçtıktan sonra esir değildi!
Öncelikle Mekke ve Kahire’ye gitti buralarda Halife olarak hüsnü kabul görmedi,
kimse kendisini kâale almadı, neticede Avrupa’ya döndü, Müslümanlar başta olmak
üzere kimse ona Halifem diyerek sahip çıkmadı ve yok yoksul öldü, Osmanlı
hanedanından hiç bir kimse de o gün bu gün ben halifeyim diye bir iddiada
bulunmadı.
Bu yüzden esas olarak, itibar etmeyerek hilafet kurumunu ortadan kaldıran
Müslümanlardır demek yanlış olmayacaktır.
Sonuç olarak hem Osmanlı’nın hilafet iddiası gerçekçi değildir ve hem de sadece
TBMM tarafından çıkarılan bir kanun ile Hilafetin ortadan kaldırılması zaten teknik
olarak mümkün değildir!
Türk milliyetçileri konuyu bu açıdan da sorgulamalıdırlar.