Hukuk Devleti miyiz, Yoksa Sözde mi?
“Hukuk devletiyiz” diyoruz. Ama sözler, bakana kulak verin, neredeyse günlük rutin gibi tekrarlanıyor. Oysa yaşanan gerçekler bambaşka. Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu söylemek kolay, ama uygulamada adaletin ne kadar bağımsız olduğu, ne kadar eşit dağıldığı bambaşka bir mesele.
Rahip Andrew Brunson örneğine bakın: Türkiye’de 2016 yılında tutuklanan Brunson, FETÖ ve PKK/YPG ile bağlantı iddiaları ile terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmak ve ayrıca casusluk ile milli güvenliğe zarar suçlamalarıyla 35 yıl hapis cezasıyla yargılanıyordu. Hakkında verilen bu ağır ceza, ABD ve dünya basınında büyük yankı uyandırdı. Ancak işler, bir telefon görüşmesiyle farklı bir yöne evrildi. ABD Başkanı Donald Trump, yıllar sonra yaptığı açıklamada, “Ben devreye girmeden önce 35 yıl ile yargılanıyordu. Erdoğan’ı aradım, o da Rahip Brunson’ı serbest bıraktı” dedi.
Düşünün… Bir insanın kaderi, hukukun ağır ve titiz süreci yerine, uluslararası diplomasi ve siyasi iradeye bırakılıyor. Ve bu gerçeği, yıllar sonra dünya basınında bir lider dile getirebiliyor. Adaletin siyasetin gölgesinde şekillenebileceği, bağımsızlığın ne kadar kırılgan olduğu ortaya çıkıyor.
Bizde ise hukuk, çoğu zaman sözde kalıyor. Dosyalar sürünüyor, insanlar bekliyor. Bir yanda “hukuk üstünlüğü” nutukları, diğer yanda haftalarca karar çıkmayan davalar, geciken adalet… Bu durum, insanların hayatına doğrudan dokunuyor. Bir annenin, bir gencin, bir emekçinin bekleyen dosyaları, geciken adaletin acısını yaşıyor. Hukuk, sadece kitaplarda ve nutuklarda değil, hayatın içinde somut ve eşit bir şekilde var olmadığında, yürekler sızlıyor.
Hukuk devleti demek, yalnızca kanunlara uymak değil; adaletin herkes için eşit, bağımsız ve tarafsız işlemesi demek. Siyasi demeçlerin, uluslararası görüşmelerin veya gündelik ritüelin gölgesinde kalmaması gerekir. Ama bugün Türkiye’nin “hukuk devleti” olduğuna dair sözler ile adaletin dış müdahalelere açık olduğu gerçek arasında, uçurum kadar derin bir fark var.
Hukukun gücü, lafla değil, yaşanmış adaletle ölçülür. Adaletin gecikmesi, sadece hukuk kitaplarını değil, insanların hayatlarını da sarsar. Ve bu uçurum, sadece gözle değil, yürekle hissedilir.
Hukuk devletiyiz,
✔️vatandaşın kaderi bir telefon görüşmesine mi bırakılmalı?
✔️Adaletin gecikmesi bir kader midir, yoksa biz bunu kabul etmek zorunda mıyız?
Bizlere düşün görev bu farkı görmek, sorgulamak ve adaletin gerçekten her birey için eşit şekilde işlemesi gerektiğini haykırmaktır. Hukuk, sadece sözde değil, hayatın her anında, somut bir gerçek olmalı.
SONSÖZ
Adalet geciktiğinde, sadece mahkemeler değil, hayatlar da mahvolur. Hukuk, sözde değil, yaşamın tam ortasında hissedilmelidir. Bir telefon görüşmesiyle şekillenen kaderler, geciken kararlar ve eşitsiz uygulamalar, “hukuk devleti” iddiamızın gölgesinde kalan gerçeklerdir. Gerçek adalet, sadece kitaplarda değil, her bireyin hayatında, her an ve herkes için eşit bir şekilde var olmalıdır. Biz buna göz yummamalı, sesimizi yükseltmeli ve adaletin gerçekten yaşanır olmasını talep etmeliyiz. Çünkü hukuk, gecikirse hayatlar sızlar; gecikirse yürekler kırılır.